Fikir ve konuşma hürriyeti insanlık ile bütünleşik bir kavramdır. Çağdaş dünya ülkeleri, vatandaşlarına bu hakkı sağlayan düzenlemelere anayasalarında yer vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesinin 1. fıkrası da “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” demek suretiyle medya ve fikir özgürlüğünü düzenler ve koruma altına alır. Bunun dışında tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de konuyla ilgili düzenleme bulunmakta ve kişilerin bu hakkı güvence altına alınmaktadır. Dolayısıyla kişi veya kişiler, fikir ve kanaatlerini başkasının özgürlük alanına müdahale etmediği müddetçe hür bir şekilde yaymak ve açıklamak hakkına sahiptir.
Fakat nelerin fikir özgürlüğü kapsamına alınabileceği hem siyaset camiasında hem hukuk camiasında uzun yıllardır tartışılmaktadır. Bu sorunun cevabını bulmak için ilk olarak “Fikir nedir, fikir adamı kimdir?” gibi soruların cevabını bulmak gerekiyor.
Kısaca fikir; zihinsel bir mühendislikten sonra ulaşılan anlam ve benimsenen sonuç demektir. Yani zihni fabrikaya benzetirsek zihin fabrikasında üretilmiş olan ürün fikirdir. Yine buradan yola çıkarak fikir adamı o fabrikayı çalıştırandır. Nasıl ki, fabrikadan güzel bir ürün çıkması için doğru kaynakların bulunması, zamanın doğru yönetilmesi ve konuyla ilgili bütün ilimlere müracaat edilmesi gerekiyorsa, fikir adamı da doğru kaynaktan faydalanmalı, zamanını doğru yönetmeli (yani mâlâya’ni ve gereksiz bilgilerle vakit kaybetmemeli) ve üreteceği fikirle alâkalı olan bütün ilimlere müracaat etmelidir.
Bütün bunlardan sonra fikir adamının düşünceleri artık bir fikirdir ve ilmî bir niteliğe sahiptir. Yani o kişi artık bir ilim adamıdır. İlim sahibi olmanın ise ağır bir bedeli vardır. Tarih, ilim adamlarını, âlimleri, ilmin haysiyetini ve izzetini muhafaza edenleri şerefle yad etmiştir.
Böylesi âlimlerin fikirleri hâlâ insanlar nazarında makbul ve muteber kabul edilmektedir.
Fabrika örneğinden devam edecek olursak, ürünler fabrikadan çıktıktan sonra onun, talep eden ve ihtiyaç duyan insanlara ulaştırılması ve ulaşımın temin edilmesi için gerekli şartların sağlanması gerekir. Yani o ürünün piyasada rahatlıkla gezebilmesi gerekir. Aynen öyle de fikir üretildiğinde piyasada serbestçe gezebilmeli ve hatta çarpışabilmelidir. Zira fikirlerin çarpışmasıyla hakikat güneşi doğar. Bunun için ön şart ise, fikir ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır.
Yaşadığımız asırda medyanın, fikirlerin yayılmasında önemli bir araç olduğu dikkate alındığında, medya aracılığıyla fikir ve düşüncelerin hür bir şekilde ifade edilmesi için gerekli bütün şartlar sağlanmalıdır.
Bunun için dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise, fikirlerin yayılmasını engelleyen unsurların tek tek ortadan kaldırılmasıdır. Çünkü zararları uzaklaştırmak, faydayı sağlamaktan önce gelir ve daha önemlidir. Çünkü zarar devam ettikçe fayda gerçek bir fayda olamayacaktır.
Mesela kapısında binlerce müşteri bekleyen bir mağazanın arka tarafında yangın varsa, mağaza sahibinin ilk yapması gereken şey, müşterilere mal satmak değil, yangını söndürmek olmalıdır. Bu nedenle ilk olarak fikirlerin serbestçe yayılmasını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması gerekir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere bu zamanda fikirlerin yayılmasında kullanılan en önemli araç medyadır.
Medya üzerine yapılan siyasî ve ekonomik baskı, sindirme ve susturma politikaları veya çabaları fikirlerin yayılmasını engelleyen en önemli unsurlardandır. Bununla beraber ilme yani ilim üreten camiaya ya da bir diğer tabirle ilmin üretildiği yerlere yapılan baskılar da fikirlerin hür bir şekilde yayılmasını engelleyen önemli unsurlardandır.
Fikirler öğretici ve eğitici olmanın dışında aynı zamanda denetleyici ve sınırlayıcıdır. Elinde güç bulunduran siyasîleri ve idarecileri denetlemek toplumun huzur ve refahı için çok önemlidir. Medya ise bu görevi yapabilecek en önemli unsurlardan biridir.
“Benim fikrim ilmen doğrudur, onun dışındaki bütün fikirler yanlıştır” düşüncesi ise ilmî istibdattır. Evet istibdadın, yani baskı ve tahakkümün her türlüsü kötüdür, fakat bu nevi istibdat, telafisi mümkün olmayan zararlara yol açması sebebiyle daha kötüdür. Mesela İslamiyet’te batıl mezheplerin doğuşu ilmî istibdada dayanır ve halihazırda da İslâm âleminin kanayan bir yarasıdır.
Netice itibariyle fikir ve ifade hürriyeti kanunen güvence altına alınmalı ve düzenlenen bu kanunlar uygulamada yer bulmalıdır. Sanat, idare, ihtisas, adalet, hukuk ve bilim gibi hakikatlerin aslı ve esası ilme dayanır. İlme istinad eden bu ve bunun gibi hakikatlerin yaşaması, medya özgürlüğünün tam anlamıyla sağlanması; ilmin haysiyetinin, onur ve şerefinin muhafaza edilmesine ve ilmî istibdadın her türlüsünün kaldırılmasına bağlıdır.
1 Trackback / Pingback