Kısa uzun sözler

Bir karikatür, bir romanın anlatacağını anlatır. Karikatür çizgi demek; yazısız olanları daha çok tercih edilir. Karikatürde yazı, okuyucuya: “Sen bunu anlamazsın!” gibi anlamlara da gelebilir. Karikatür çizginin vecizesidir. Vecize kısa söz demek. Fârâbî diyor ki: “Uzun konuşanı kısa dinlemek gerekir.” O zaman kısa konuşanı da uzun dinlemeli.

Atasözleri kısa konuşur. Bu bütün dünyada var. Bütün dünya, atalarının söylediklerini çocuklarına aktarır. Halef selefinden o sözleri alır; uyarsa keyfeder, doğru yolda yürür. Uymazsa ya başına yanlış işler gelir ya da dener, dener; vakit kaybeder. Atalar sözünü dinlemeyen inler. Çok söz hayvan işidir, derler. O yüzden sözün çoğu aptala söylenirmiş.

Adamın birini sıkıştırıyorlar. Ünlü birisi… Şu nedir, bu nedir, diye. Cevap veriyor, ama “tatmin” olacak gibi görünmüyor soranlar. En son bir cümle ile kurtuluyor: “Sözün çoğu aptala söylenir”. Bir diğer söylenişi: “Sözün çoğu deliye söylenir”, “Anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul zurna az”, “Arife işaret yeter” derler. Sezgili, bilgili kişilere, bilgelere, bilginlere, âlimlere bir işaret, bir dokunuş hattâ bir göz kırpış yeter. Çünkü onların kelimesi çok; sizin “az”ınızdan çok anlar.

İnsan niçin çok konuşur? Kelimesi az olduğu için mi yoksa karşısındakiler kolay kolay anlamadığı için mi? Çeşitli sebepleri var da, yerinde konuşuyorsanız; onun vaktini saatini artık dinleyene göre, zamana-zemine göre ayarlamak gerek. Konuşmak bol kelime ister. Çok malzemeniz olacak ki -işin başına geçtiğinizde- eliniz kolunuz, diliniz rahat etsin.

Atasözleri, vecizeler, özdeyiş dediğimiz sözler, o karikatürün koca bir romanı birkaç santime sığdırdığı gibi koca bir roman birkaç cümleye de sığar. Meselâ kitap üzerine bir yerli, bir yabancı ne demiş? Oradan bir özlü sözün kapısını çalalım. Demiş ki Arnolt: “İki kez okunmayan kitap, kitap değildir”. Demek ki bir kitap en az iki kez okunabilmeli. Kitap dediğin defalarca okunur.

Hayat bir sefer yaşanır ama o bir sefer yaşanan hayatı defalarca okuyacak, yaşayacak bir miras bırakırsanız; işte hayat o zaman hayat oluyor. Defalarca okunan kitap, kitapmış. Evet, Çiçero çoğumuzun bildiği bir söz söylüyor: “Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur. Evinizde kütüphane mutlaka olsun”, diyor. Demiş ki Refik Halit: “Oyuncak, insan yavrusunun ilk kitabıdır”. Hayat dersi aldığı ilk kitap. Bir farklı bakış… Kemal Tahir diyor ki: “Otuz yaşındayım, Don Kişot’u ikinci defa okudum, üçüncü defa elli yaşında okuyacağım”.

İşte koca bir âlemi, koca bir dünyayı ufacık cümlelere sığdırmanın adına “veciz” söz diyoruz. Kur’ân-ı Kerîm vecizdir yani uzun şeyleri, çok şeyleri, çok kısa anlatıyor. Bir de vecizin yanında i’caz yönü var. Yani mu’cize… Oracıkta kalakaldığınız. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm için hem mu’ciz hem muciz denir. İnsanı bir şekilde hayrette bırakıyor. Mu’cize yani benzerini yapamıyorsunuz. Ve mucize yönü… Çok uzun şeyleri kısaca söyleyip geçiyor.

Meselâ “Bismillahirrahmanirrahim.” Meselâ “Fatiha.” Uzun, sonsuz konuları anlatıyor. Her Şeyin Sahibi bize acıyor ve az vaktimize böyle kısa, sonsuz cümleler gönderiyor. Bazen böyle kısa sözlerin toplandığı kitapları açar, rast geldiği yerden okurum. Bazı yerleri işaretlerim. Onlardan meselâ “Bala şeker dökülmez” diye bir sözü işaretlemişim. Yalnız Adam diye biri söylemiş; artık kim ise! Cervantes demiş ki: “Bal eşeğin ağzı için değildir”. Mevlana: “Bal her ağızda tatlıdır”. Güzel söz için söylenmiş herhalde! Güzel söz her ağızda tatlıdır ve karşıdaki de ondan tatlanır. Neydi balla ilgili bir başka sözümüz: “Bal tutan, parmağını yalar”. Bir başkası neydi: “Arı su içer bal akıtır; yılan su içer zehir akıtır”. Başka: “Balı aldık; artık kovanı atsak da olur” diyor. “Balın varsa; sineğin bol olur”. demiş, Cervantes. Evet, neydi o: “Sen pekmezin iyisini yap; sineği Bağdat’tan gelir”. Başka: “Bal tutanın parmakları yapışkan olur”. Neden yapışkan olur demiş? Evet, balın çekiciliği… Tatlılığın çekiciliği…  “En tatlı balın bile fazlasının tadı bıkkınlık verir” demiş, Shakespeare. Neydi o: “Bal yiyen baldan usanır”. İnsan alışan demek. Bala da alışırsan: “Aaa, yeter!” dersin. Acıya da alışır insan; katlanmaya başlarmış. Ne bileyim işte; insanın bir anlamı da alışan dedik ya! Bir anlamı da unutan demekmiş.

Ne güzel demişsin Yunus: “Ballar balını buldum; kovanım yağma olsun”. Güzel şeyler söylemek lâzım. Arı gibi çiçek çiçek gezmek… Bal yapmak için güzel insanlarla oturup kalkmalı. Güzel yerlerde gezmeli. Güzel şeylere bakmalı, güzel şeyleri dinlemeli, güzel şeyleri okumalı, arı gibi olmalı. O çiçekten o çiçeğe… Evet, bir ders veriyor. Bir vızıltı hâlinde… Tercüme eden var mıdır acaba? Var, var. Karıncanın dilini Süleyman Peygamber (as) biliyordu; değil mi: “Süleyman kuşdilin bilir dediler; Süleyman var Süleyman’dan içeri”. Kuşdilini biliyor, karıncalarla da konuşuyor. Yani kuşlarla konuşulabiliyor demek. Arıların da vızıltısının bir anlamı vardır elbet. Vızıldayıp durma deriz çocuklara ama bir derdi var; dur da dinle! Çok vızıldayanlar da işin tadını kaçırıyor olabilirler ama bir derdi var; dur da dinle, dinle, dinle! Evet, dinlemek karşı tarafı önemsemektir.

Barış üzerine Kral Krezüs diyor ki: “Barışta oğullar babalarını; savaşta babalar oğullarını gömerler”. Hüzünlendim. Hugo diyor ki: “Barış her şeyi hazmeden mutluluktur”. Sulh, barışın öteki adı değil mi! İsmail Hakkı Bıçakçızade diyor ki: “Sulh, istendiği zaman bir bahaneyle kırılan şişedir”. Yani bir bahane bulursan barışı, sulhu hemen kırabiliyorsun. Aman ha, o bahaneleri bulmayalım. Barış, sulh, selâm devam etsin… Selâmı yaymak lâzım; savaşı değil.

Giderken beni karanlığa terk etme; o cümleyi söyle: Allah’a ısmarladık…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*