Medya ne işe yaramalı?
1. İnsanın adalet ve istikametle yaşayabilmesi için ruhun sahip olduğu üç kuvveti vardır:
Cazibe kuvvesi, yani pozitif duygular.
Dafia kuvvesi, yani negatif duygular.
Ve muhakeme ve akıl kuvveleri.
“İhdinessıratal müstakim”e “amin” demek Allah’tan adaleti istemektir. İnsan için adl ve adalet, bu üç kuvvetin, bütün alt türleriyle birlikte, ifrat ve tefritten uzak kalması ve vasatı ifade eden hikmet, iffet ve şecaat üzere yürümesidir.
2. Devletin adalet ve istikamet üzerine gidebilmesi için de yasama, yürütme ve yargı denilen üç devlet kuvvetinin kendi kendisini ve birbirini denetlemesi ve nihayet devletin sahibi olarak bizzat halkın bu üç kuvveti denetlemesi ve yönlendirmesi gerekir.
3. Demokrasinin olmazsa olmazı sayılan baskı grupları içinde en önemlisi, siyasî partiler denilen ve iktidara talip olan sivil toplum kurumları. Siyasî partilere yön veren ise basın ya da medya kurumları.
Kurumsal yapılar durumunda olduklarından her birinin kendisine ait ilke ve hedefleri, temel prensipleri ve yöntemleri ve sarı ışıkları ve kırmızı çizgileri var ve olmalı.
Medya şimdi bu yönden ne durumda?
1. Hızla elektronik medyaya dönüşen kurumsal medya ve geleneksel basın “manşetle gündem belirleme” ve “siyaseti yönlendirme” gücünü kaybediyor. (En son zayıflayacak olanlar kemikli ve omurgalı olanlar ve okuyucudan beslenenler yani cemaat ya da fikir gazeteleri).
Bunların yerine, internet medyasındaki “kurum gibi kişiler” yani “müessese kadar kıymetli adamlar” geçiyor. Sosyal medya ise “trend”ler ve “topic”lerle yürüyor.
2. Öte yandan “gazete-okuyucu etkileşimi” artık “yazar-okuyucu etkileşimi”ne döndü. Büyük kitleler artık “haberlerden haberdar olmak” için bir ya da iki gazeteye ya da televizyona “bağlı” değiller. Kırk yaşından küçük olup herhangi bir basılı gazeteyi “gazete olduğu için” düzenli olarak satın alan ya da TV haberleri karşısında saatler geçiren kimseyi tanımıyoruz. Demek, basılı gazete, radyo ve hatta TV, maziye ait kavramlar.
3. Eskiden her bir gazetenin düzenli okuyucusu, elindeki gazete için “benim gazetem ……” derdi. Şimdi artık akıllı telefon kullananlar kendi medya (haber akışı, köşe yazarı, araştırma yazısı) seçeneklerini oluşturuyor ve hiçbiri, hiçbiri için “benim ……” demiyor. Hepsi “baktığım, göz attığım, okuduğum içerik” diyor.
Özetle, elektronik medya ve sosyal medya, medyanın geleneksel kurumsal yapılarını, bilhassa yorum ve yönlendirme içeriği üretme açısından zorladığı gibi kurumsal yapılara bağlılığı da kaldırıyor.
4. Muhabir kimliğine sahip olan profesyonel gazetecilerin sayısı her geçen gün azalıyor. Devletin haber ajansı durumunda olan Anadolu Ajansı devlet gücünü de kullanarak yeniden tekelleşiyor.
Haber kaynakları amatörleşiyor ve sayıca çoğalmış gibi görünse de kurumsallık kuvvetinden mahrum oldukları için kalite olarak da sığlaşıyor ve daralıyor.
Medya ne olmalı, nasıl olmalı?
1. Bütün bu değişimler iki konuda özel ihtiyacı ortaya çıkarıyor:
Birincisi, internet medyasını ve sosyal medyayı “gerçeklik denetimi” yönünden kim nasıl denetleyecek? Bu denetim için “medya ombudsmanlığı” gibi yapıların daha işlevsel hale getirilebilmesi önemli. Bir de bu sorunun cevabı açısından teyit.org gibi sivil organizasyonların hizmeti ve önemi büyük.
İkincisi, medyanın dördüncü kuvvet fonksiyonu ne olacak? Yani yasama, yürütme ve yargıyı kim nasıl denetleyecek ve yönlendirecek? Bu sorunun cevabı açısından Üsküdar Üniversitesinden Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın newslabturkey.org’daki şu beyanları önemli:
“Türkiye’de hiçbir zaman gerçek anlamda bir ana akım medya olmadı. Benim anlayışıma göre ana akım medya ‘politik bir angajmanı olmayan, toplumun geneline hitap eden, gündemi belirleyen, aktivist olmayan, sadece gazeteciliğe odaklı medya’dır. Türkiye, Hallin ve Mancini’nin medya sistemleri sınıflandırmasına göre ‘kutuplaşmış çoğulcu model’in içinde yer alıyor, o modelin öngördüğü özellikleri taşıyor. Türkiye’de hiçbir zaman siyaset kurumları ve anlayışlarıyla politik paralellik taşımayan, editoryal bağımsızlığa sahip, ekonomik olarak kendi kendine yeten bir medya hiç olmadı. Bence bunu tartışmalıyız.”
Demek, dördüncü kuvvet denen medyayı olması gerektiği gibi yapılandırabilmek Türkiye için çok çok önemli.
2. Bediüzzaman Hazretleri, siyasî akımları “topuz/sopa” metaforu ile tarif ediyor. Zira hepsi “topuzculuk” yapıyor, yani devletin üç kuvvetini ele geçirmeye ya da elde tutmaya çalışıyor. Üstad, Risale-i Nur ile imana ve Kur’ân’a hizmet etmeyi ise “nasihatçilik” anlamında “nurculuk” ve “nurani hizmet” olarak tarif ediyor. Böyle bakınca nurculuk ve nasihatçilik, “topuzculuğun” dışında ve hatta zıddı sayılabilecek bir hizmet metodu. Üstelik bu ikisini birleştirmenin yani “hem nurcu/nasihatçi ve hem de topuzcu/cebirci” olmanın da riskleri ve zorlukları var. Bu sebeple asıl hizmet sadece nurla ve nasihatle yapılandır.
3. Bir medya kurumsal yapısı, bir partiyi bir şekilde iktidara getirmek ve her ne olursa olsun iktidarda tutmak için araç ve kılıf olarak kullanılırsa bağımsızlığını da medya kimliğini de kaybeder.
Hele bir medya kuruluşu; izlenme, tıklanma ya da tiraj gibi “güç gösterisi” sayılabilecek rakamları çeşitli hilelerle ve bilhassa iktidar nimetleriyle şişkin gösterir ve haksız rekabete girişirse ahlakîliğini de kaybetmiş olur.
Oysa bir medya kuruluşu “markasının kuvvetiyle” herkese ve bilhassa siyaset topuzları ile meşgul olanlara yüksek makamdan Kur’ân nurunu gösterir ve kudret sahiplerine adaletle hükmetmeleri hususunda müstağniyane nasihat ederse “nurani kuvvet” olmuş olur.Topuzdan uzak “gerçek cemaat medyası” işte budur.
Sosyal medyanın adalete ve kültürel dönüşüme katkısı
Bir adaletsizliği gündeme getirme ve devleti tedbir almaya yöneltme açısından sosyal medyanın önemi büyük. Bu bir silah gibi elbette kötüye de kullanılabilir. Ama kıyamet çok yaklaşmadığı sürece “çoğunluk sağduyusu” denilen şey burada da daima kendisini gösterecektir. Esasen, adalette, sabıkasız sıradan kişiler arasından seçilen jürili sistemi uygulayan ülkelerin, adaleti tabana yayma yaklaşımı bütün ülkelerde bu kere sosyal medya eliyle ve fıtrî biçimde kendisini gösteriyor denilebilir.
Aynı şekilde kültürel dönüşüm açısından devletin kırk yılda başaramadığını sosyal medya araçlarının bir ayda başarması mümkündür. Mesela sosyal medyadaki Cuma mesajlarının bir tür şeair (toplumsal dinî motif) olarak yankısı ve etkisi böyledir.
Bu yönlerden bakıldığında sosyal medyada da iki grup “dördüncü kuvvet” vardır:
Birincisi, karizmatik özellikleri ile internette bir sosyal çevre edinenler ve böylece “şahsen güçlü” olanlar. Bunların kendi ekibi ve çevresi ile ilişkisi bir şeyh ve müritleri arasındaki ilişki gibidir. Kolaylıkla gözden düşürülebilirler. Zaman bunların zamanı değildir.
İkincisi ise sosyal medyada kurumsallaşmayı başaranlar. Yani prensipler ve değer yargıları üzerinden giderek ve iyi bir iletişim ve çok yönlü etkileşim sistemi kurarak bir yatay ağ oluşturanlar.
Bunların ise “lidersiz-meşveretli cemaatler”e benzediğini ve dolayısıyla güçlerinin birincilere nazaran daha yüksek olduğunu ve ömürlerinin de daha uzun olacağını tahmin edebiliriz. Zaman bunların zamanıdır.
Bu demektir ki, gerçek cemaatlerin genç öncüleri gelecekte sosyal medyada da gerçekten güçlü ve uzun ömürlü organizasyonlar kuracaklardır.
Ne mutlu “Asya’nın ve dünyanın bahtının miftahı sosyal medyada meşveret ve şûradır” diyen ve bunun gereğini şimdiden yapan o parlak gençlere!
İlk yorumu siz yazın