Nergisler son açtığında

Gukguk Nine’ye adının nereden geldiği çokça sorulur. O da, bunu soran eğer sevmediği bir kimseyse, “Bilmem” der geçer. Yok, sevdiği bir kimseyse eğer, o zaman iş değişir. Uzun uzadıya, nereden gelip nereye gittiğini, soyunun nereye dayandığını, büyük bir iştihayla anlatır. Hatta der ki, “Bu yavan yeryüzünün dününden, bu gününden ve hatta yarınından çıkardığım tek bilgi acıdır”. İşte o zaman durur, bu cümleyi muhayyilesinde tartar, niye böyle bir şey söylediğini düşünür dinleyen kişi. Ama o bunu anlasın ya da anlamasın, umurunda olmaz Gukguk Nine’nin, hiçbir ehemmiyeti yoktur bunun anlaşılırlığının. O kafasını sallamayı sürdürür ve bir kez daha, bu cümleye birçok anlamlar yüklediğini belli eden bir sesle: “İki asırdır bildiğim, anladığım tek şey acıdır. Böyledir bu!”

İşte, yanında duran küçük Mart da şimdi soruyor, “Gukguk Nine, sana gukguk ismi nereden geldi?” diye.

–Bu benim pek anladığım bir şey değil. Ama doğrusunu söylemek lâzım gelirse, bu isim senden başkasına da denmez!

–Yavrucuğum, işte vaktimiz de fazlasıyla mevcut. Uzun uzadıya anlatayım sana. Bilirsin, baharları karlar eriyip de ağaçlar tomurcuklanmaya başladı mıydı Toroslar’ın en sakin vadilerinde, sıcak memleketlerden, ekseriyetle de, Şam’ın palmiyeli ovalarından, Nil’in Cennet’ten ışık yansıyan kıyılarından, Kudüs’ün güneşi bile terleten çöllerinden, Ürdün’ün üzüm bahçelerinden göç eden guguk kuşlarının öttükleri duyulur. Bu kuşlar Şam’da ya da Ürdün’de hiç ötmezler, çünkü dillerini Toroslarda, ulu ardıç ağaçlarının kovuklarında bırakırlar. Bahar gelip de kuzeyde de havalar ısınmaya başladığındaysa bıraktıkları dillerini bulup yutarlar ve tâ yaz gelinceye kadar, sabahtan akşama değin şu ağaçtan öbür ağaca konarak durmadan öterler.

–Toros baharına öyle bir sevdalanmışlardır ki, tüm kışı, sıcak Arabistan’ın şerbetli meyvelerini yemeden, İranlı tacirlerin mallarını yağma etmeden, alın terinin geçinmeye yetmediği bir işçi gibi kıt kanaat karınlarını doyurarak geçirmişlerdir. Baharda Toroslar’a geldiklerindeyse, ağaçlardaki her yemişi büyük bir iştahla özlemli midelerine gönderirler. Ancak mecbur kalmadıkça, toprağın ana bağrı gibi sarıldığı hiçbir solucanı ya da çiçekler üzerinde gezinen hiçbir böcek veya arıyı yemezler, yeni hayat bulan tabiattaki hiçbir canlının ölümünde bit yeniği kadar payları olsun istemezler.

–Derler ki; baharda, henüz yeryüzündeki bütün derelerde ve nehirlerde sular İskandinavya’dan geliyormuş gibi soğuk iken, Toroslar’da dereler ısınmaya, ılımaya başlar. Çünkü sıcak Arap Yarımadası’nda kışlayan guguklar, göç edip dillerini yuttuklarında yeniden kavuştukları Toroslar’a, çöllerde ardıçların hasretiyle ısınan o ufacık bağırlarının özlemiyle, bağırları parçalanıncaya kadar sıcak türküler söylerler.

–İşte, şimdi merak ediyor, bana neden Gukguk Nine dendiğini anlatmadığımı belli eden gözlerinle bakıyorsun. Yavrucuğum, ben kışları, kasvetli havaları hiç sevmem. Bundan yüz sene evvel, henüz şekerli seven, yalnız şekerleri zaruri bir ihtiyaç olarak tasavvur eden küçük bir kızken evlendiğimde, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olan Nergislik’e, orada bir başına yaşayan kocamın yanına yerleştiğimde, dilsiz olduğunu bildiğimden, tüm kış hiç konuşmadım. Kulaklarım, anca bir kuş ya da göbekli bir sinek uçtuğunda kırılan donmuş dalların ve kocam ya da ben hareket ettiğimizde veya bir eşyayı hareket ettirdiğimizde meydana gelen sesleri duyuyordu. Kasım’dan Mart ayına değin bu seslerden başka, yalnızca uluyan kurtların, tünekleyen baykuşların seslerini işittim. Ancak Mart ayı girer girmez, bu kuş uçmaz kervan geçmez yere şimdiye kadar duymadığım bir misafir ses geldi; guguk kuşunun sesi!

–Tüm gün öttü, “guguk, guguk” diyerek öttü. O öttükçe buzlar çözüldü, derenin yüzeyi hareketlendi. Kıbrıs bademleri ilk tomurcuklarını verdi. Anlayacağın, ıssız Nergislik vadisine bir hayat, canlılık ve neşe geldi. Tıpkı buzlar gibi dilim de çözüldü.

–O akşam ilk defa olarak kocama bir söz söyledim, dedim ki: “Tüm gün öten guguk kuşunu duydun mu? Guguk kuşu olmalı bu, çünkü ‘guguk, guguk’ diye ötüyor”. Kocam her zaman yaptığı gibi başıyla tasdik etmek yerine, “Evet, güzeldir guguk kuşu, hayatı da beraberinde getirir” dedi.

–İşte. Ben o akşam ilk defa dilsiz bildiğim kocamın sesini işitiyor, şaşırıyor, sevincimden “Konuştu mu yoksa bana mı öyle geldi, bir hayâl miydi?” diye soruyordum. “Yoo” diye yanıt verdi kocam; “Dilim vardı pekala. Ancak sen hiç konuşmayınca, konuşmak ihtiyacı hissetmedim. İşime gelmedi anlayacağın. Zaten kışları, guguklar gelinceye kadar, kasvetli havalarda konuşmam pek! İşte, guguklar bize de hayatı getirdi. Öyle ya, merakımdan soruyorum, sen ne diye hiç konuşmadın?” “Ben kıskandırmak istemedim seni, hani dilin yoktu.”

–Anlayacağın yavrucuğum, Nergislik’e gittiğimden ve gugukları ilk olarak işittiğim o bahardan beri böyle derler bize. Bu anlattığım bir asır önceydi, gençtik, güzeldik. Ah, insan genç olsa, güzel olsa… Şimdi gelmez oldu guguk. İnan! Kocam öldükten sonra hiç gelmedi Nergislik’e. Elli sene oluyor gelmeyeli…

Kuş Foto: Adrian Silas Tay

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*