Sorular

Hiç soru sorar mısınız kendi kendinize? Hep başkalarına soruyoruz değil mi? Karşıdakinin sıkılıp sıkılmayacağını düşünmeden… Çok soru soruyoruz. Çocukken ben de çok soru sorarmışım. O yüzden etrafımdakilerin sıkıldığını yıllar sonra bana söylediklerinden anlıyorum.

Sormak çoğu zaman karşı taraftakini zor durumda bırakmak olsa gerek. Soruları biraz kendimize soralım veya ortaya soralım. Var mı öyle sorularınız; içinden çıkamadığınız? Sorusuz yaşanmaz; değil mi? Olsun; cevabını bilmeseniz de bazı soruları sorun. Birisi bizim adımıza sormuş. Yazarlar… dedik ya; kendi sözlüklerini oluşturur. Kendilerine bir ömür “sözlük” yapar.

Gürbüz Azak bunlardan birisi. “Bir Yazar Bir Ömür” isimli kitabında hayatından kesitler, esintiler var. Aslında her insan önemlidir ve kitabını yazmalıdır. Ahirete kendi hayatını yazdığı kitabıyla gitmeli… “Artık yazdıklarım yeter” deyince Gürbüz Bey, ben “Yetmez” dedim; yazmalısınız.

Yazarlar da herhalde bir yerden sonra işi bırakıyorlar; ne bileyim! Hani bir söz var ya: “Marifet iltifata tabidir, iltifatsız meta zayidir.” Siz iltifat ederseniz, (iltifat etmek yönelmek demek) karşı taraf da sanatını sergileyecektir. Bu yüzden hiç değilse son defa bir kitap yazsın  istedim. Adını da söyledim. Burada da söyleyeyim mi? Haydi söyleyeyim. Dedim ki: “Sizin kaleminizden bir Bediüzzaman Said Nursî romanı veya bir araştırma olabilir.” Hattâ bana: “Rüyamda da gördüm” demişti. “Yaz Gürbüz, yaz” diyormuş, Bediüzzaman ve belki de böyle bir son kitabı yazıp gidecek. (Rüya ortaya çıksın isterim.) Bunlar burada dursun da Gürbüz Bey’in sorularına bir bakalım mı:

“Doğum ile ölüm arası kaç kelime? Gönül ile gönül arası kaç gün? Evet ile hayır arası kaç belki? Yol ile yordam arası kaç mevsim? Akıl ile fikir arası kaç menzil? Kalp ile yürek arası kaç korku?”

Demek ki kalp ayrı, yürek ayrı. Bir de ne vardı? Kalp, yürek ve gönül. Hani mesela “kalpsiz” dersiniz yani duygusuz, başkasını düşünmeyen, acımasız. “Yüreksiz” dersiniz; korkusuz. “Gönülsüz” dersiniz; isteksiz. Gönül koymak; birisine kırılmak gibi… Kalp koymak demezsiniz orda, yürek koymak demezsiniz. Demek ki, aynı (zannettiğimiz) kelimelerin aynı olmadığını görmemiz gerekiyor. Aslında bir kelime birden çok anlamlara gelebiliyor.

Peki bu neyi gösteriyor? Neye baksak kelime; dokunduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz…

İşte hayat gibi kelimeler de her ân değişir.

“Lezzet ile rayiha arası kaç tat?”

Rayiha; koku… Bu yüzden insan güzel kokulu yerlerde kendinden geçer. Hayatın da her ân değişen bir kokusu var, onu içimize çekmemiz gerekiyor. Şöyle derinden… Her mevsimin, her ânın, girdiğimiz odaların, bahçelerin bir kokusu var.

Lütfen, hayatı ezbere yaşamamanın bir yolunu bulalım. Güzel şiirleri, güzel isimleri ezberleyelim ama ezbere yaşamaklardan biraz, hattâ epeyce uzak duraduralım.

“Kalem ile kâğıt arası kaç ağrı?”

Demek yazı ağrısız yazılmıyor.

“Gece ile gündüz arası kaç hasta?”

Geceyi kim bilir? Hastalar bilirmiş değil mi?

“Helal ile haram arası kaç kavga? Ağaç ile balta arası kaç feryat? Çöl ile deniz arası kaç yangın? Baba ile oğul arası kaç kilometre? Ana ile kız arası kaç plak? Sual ile cevap arası kaç yanlış? Can ile bıçak arası kaç dünya? Aç ile tok arası kaç kuruş? Su ile abdest arası kaç şükür? Secde ile seccade arası kaç ufuk? Öfke ile tebessüm arası kaç tecrübe? Altın ile gümüş arası kaç cinayet?”

Cemil Meriç’e soruyorlar; altın mı cam mı? “Cam”  diyor. “Çünkü altın için cinayetler işleniyor; camın kalbi var; kırılıyor.”

“Tarih ile coğrafya arası kaç Timur? Görmek ile varmak arası kaç hasret? Alan ile satan arası kaç çile? Yapan ile yıkan arası kaç kazma? Göz ile zirve arası kaç cesaret? Çiçek ile saksı arası kaç bahar? Dost ile düşman arası kaç dedikodu?”

Dedikodular, dostlukları düşmanlıklara çevirebilir. Aman haa! Bazen arkadaşlara diyorum: “Az önce senin ‘kıymetini’ yaptık.” Gülmekten ölüyor. N’olur ki birbirimizin “kıymetini” yapsak; gıybet yerine. Birinin arkasından konuşmak veya yüzüne karşı rahatsız olacağı bir şeyi söylemek; zulüm ha!

“Hoca ile talebe arası kaç uçurum? Okur ile yazar arası kaç selam?”

Habersizce selamlaşır değil mi okur ve yazar!

 “Çin ile Türkiye arası kaç Türkistan? Zehir ile zıkkım arası kaç eyvah? Tekne ile hamur arası kaç bereket? Susan ile konuşan arası kaç defter? Zerre ile cisim arası kaç mimar?”

Süleymaniye durduk yere “Süleymaniye” olmuyor; değil mi? Elbette ki durduk yere olmuyor; bu çok belli de niye? E, düşünelim bir daha. Taşlar üst üste gelmekle kalmıyor; bir de hangi taş hangi taşla baş başa verse de Süleymaniye olsa…

“Bugün ile yarın arası kaç doğum? Adana ile Aydın arası kaç kuş? Dağ ile ova arası kaç papatya?”

Aslında yazar burada bizi tefekküre sevk ediyor. O yollardan geçerken kuşları, papatyaları görmediğimizi çok nazikâne söylüyor. Görenler müstesna…

“Balık ile su arası kaç olta? Kan ile vatan arası kaç şehit? Deli ile akıllı arası kaç gözyaşı? Kuş ile sapan arası kaç ötüş?”

Eyvah, eyvah, eyvah… Bir taşla iki kuş vurmak gibi bir şey var değil mi? Bir taşla iki kuş vurmayız biz çünkü kuşa taş atmayız. Kuşa taş atılır mı? Yan yana gelmemesi gereken şeyler var. Kuş ile taş gibi; yalan ile insan gibi…

“Güzel ile mükemmel arası kaç yorgunluk? Doğu ile Batı arası kaç şeytan? Kundak ile kefen arası kaç adım? Düşmek ile kalkmak arası kaç göz? Gül ile bülbül arası kaç kafiye? Bal ile petek arası kaç uçuş? Sıla ile gurbet arası kaç bayram? Dünya ile dönüş arası kaç galaksi? Minare ile mü’min arası kaç ezan? Zaman ile saat arası kaç cihan? Gençlik ile yaşlılık arası kaç saniye? Sabah ile akşam arası kaç koşu? Ev ile eşik arası kaç besmele? Çalışmak ile kazanmak arası kaç yokuş? İnsan ile mutluluk arası kaç lira? Çocuk ile şeker arası kaç gülüş?” “Kilim ile Türkmen arası kaç nakış? Kuyu ile kova arası kaç kanmışlık? Şiir ile şair arası kaç iklim? Ana ile kadın arası kaç şuur? İniş ile yokuş arası kaç kervan? Öğrenmek ile bilmek arası kaç fırın? Öfke ile pişmanlık arası kaç esef? Arz ile kabir arası kaç rekat? Ağız ile tat arası kaç sıhhat?”

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”

“Arz ile kabir arası kaç rekat?”

Giderken beni karanlığa terk etme; o cümleyi söyle: Allah’a ısmarladık…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*