Çocukken yeşerenler

Bahar geldiğinden mi, doğduğum ay olduğundan mıdır bilmem ama nisan ayını pek severim. Cıvıl cıvıl, rengarenk hisler uyandırır ruhumda. Ee tabiî sizinle de bu ay tanıştık, başladık seyahatlere. En önemlisi, Efendimiz’i (asm) hatırlatır bu ay. Belki de daha nice güzel hikmetler var bilmediğim.

Hele bir de bu yıl Ramazan’a denk gelmedi mi? Tadından yenmez. Ee zaten niyetliyiz, yemeyelim bir zahmet. Yiyeceksek iftara saklayalım, heheh. Kötü oldu bu, “Oruçsanız bu paragrafı atlayınız’’ falan mı yazsaydık bilemedim.

Neyse, Ramazan Ramazan enerjinizi fazla tüketmeden kaçırayım artık sizi oralardan buralara. Beden pilimiz azalsa da ruhumuzun enerjisi hiç eksilmesin. Ki merakımızla ilim öğrenmeye devam edelim. Şu güzelim ayın fırsatlarını da kaçırmayalım. Ve tabiî ki sizlerle buluşup akalım hakikat âlemlerinee. Ve de “içimizdeki çocuk’’ derler ya hani, ona iyi bakalım. Dünyamızı rengârenk çiçeklerle donatalım.

Çocuk demişken, bugün Efendimiz’in (asm) ahlâkıyla sulanmış bir çocuğa götüreceğim sizi. Aslında yetişkin zamanlarına misafir olmuştuk önceden. Ama çocukluktan nasıl yetişmiş, beraber görelim istedim. Kötü mü ettim?

Esasen Efendimiz’in (asm) nübüvvetinin ilk yıllarında ve öncesinde etrafında epey çocuk varmış. Sadece kendi evlâtları Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm, Fatıma (ra) değil; Hz. Hatice’nin önceki eşlerinden olan evlâtları, kölelikten evlâtlığa geçen Zeyd (ra) ve amcasının oğlu Ali (ra) de Peygamberin (asm) gölgesinde, ahlâkın zirvesinde yetişen nurlu çocuklar…

Herkes biliyordur zannımca Hz. Ali’nin nasıl Müslüman olduğunu. Kendisi daha çocuk olmasına rağmen aklını doğru ve en güzel biçimde kullanmış ve ilk Müslümanlardan olmuş. Bir de şu haline konuk olalım, hadi:

Ebu Zer (ra), Mekke’de birinin peygamberlik iddiasında bulunduğunu duymuş. Önce kardeşini göndermiş fakat netice alamayınca kendisi gitmeye karar vermiş. Bak şurda, Kâbe’nin yakınlarında. Üstelik günlerdir orada. Hiç kimse de gelip “Sen burada napıyorsun, neyi bekliyorsun?’’ dememiş. Fakat on yaşındaki Hz. Ali’ye bak sen, büyüklerin yapmadığını yapıyor ve onu evine davet ediyor. Fakat neden geldiği hakkında kurcalamıyor. Üç gün geçiyor ve Hz. Ali sonunda:

-Buralarda ne geziyorsun, ne arıyorsun?

-Peygamberlik iddiasında bulunan kişiyle tanışmaya geldim. Onu tanıyor musun?

-O benim amcamın oğludur. Şu an Safa tepesinde bir evde, seni oraya götürebilirim. Fakat ikimiz birlikte yürümeyelim; Mekkeliler bizi görür, sana da bana da zarar verirler. Ben önden yürüyeyim, sen de arkamdan yürü. Oraya vardığımızda eğer tehlike yoksa eve girerim, sen de arkamdan girersin. Eğer birileri bize bakıyorsa kapının önünde ayakkabımla uğraşır gibi yapar, giderim. Ben gittikten sonra da eve girersin.

On yaşındaki bir çocuğun düşündüklerine bakın. Rasulullah’a zarar gelmesin diye ne tedbirli  davranıyor. Ve kendisinden yaşça büyük bir insanı imana taşıyor. Çocukken başlıyor İslâmiyet’i neşre. Ya daha on üç yaşındayken akrabalarla yenilen bir yemek esnasında gösterdiği tavra ne demeli? Efendimiz (asm) “Allah’a giden yolda bana kim ensar/yardımcı olcak?’’ diye soruyor. Hiç kimseden ses gelmiyor. Hz. Ali, “Ben!’’ deyip elini kaldırıyor. Ve hayatı boyunca görüyoruz ki, havaya kalkan o elin sahibi, hayatı boyunca hak yolda bir daha elini hiç indirmiyor…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*