Mektup yazmak üzerine

Mektup; yazılmış olan şey. Biz yeni nesil çok bilmiyoruz bu işi. Eskisi gibi ihtiyacımız yok çünkü. Gerçi haberleşmek için mektuba ihtiyaç yok belki ama “daha güzel şeyler söyleyebilmek” için var. Siz de birilerine “daha güzel şeyler söylemek” istediğinizde mektup yazmayı bir deneyebilirsiniz. Tabiî öncesinde sizi mektup yazmaya sevk edecek bir şey yaşamak da lâzım. Onca yolu kat edecek bir kâğıda kahvaltıda yediğiniz tostun ne kadar güzel olduğunu yazmazsınız.

Gerçekten mektup yazmaya değer bir şey bulduğunuzda ise önce müsvedde kâğıtları alırsınız önünüze. Nereden başlamalı, nereye gitmelidir yazacaklarımız? Selamla başlamak en güzeli; “Selamunaleyküm amca kızı,”

Eee sonra? Belki neden mektup yazmaya karar verdiğimizi anlatmalıyız;

“Bugün Beşiktaş’tan Kabataş’a doğru yürürken sen geldin aklıma, eve gelince de aldım kalemi elime. Hani bir gün birlikte sabahtan akşama kadar yürüyecektik ya İstanbul’u.”

Hmm, güzel gidiyor. Devam edelim;

“Hava çok güzeldi bugün. Temiz, mavi bir gökyüzü; berrak bir deniz. Liseden arkadaşlarımla Yahya Efendi dergâhına gitmiştik. Bana kalsa saatlerce boğazın o güzel manzarasına bakabilirdim ama Zehra mezarlıklar arasında olmayı sevmiyormuş pek, çok durmadık. Nihayet evlerimize dönmek için dağıldığımızda ise yürümek, otobüse binmekten daha mantıklı geldi. Daha önce Beşiktaş’tan Kabataş’a hiç yürümemiştim sanırım.

Bir yerden bir yere hep otobüsle geçtiğimizden olsa gerek, o iki yer birbirinden ayrıymış gibi geliyor. Yürüdüğümüzde ise o iki yerin aslında çok da uzak olmadığını ve birbiriyle bağlantılı olduğunu fark ediyoruz. Bana öyle oldu yani. Saraylarla ve eski camilerle süslü caddede, asırlık çınarların eşliğinde yürümek çok güzeldi. Yine bana kalsa; saatlerce yürürdüm. Ve böylece bütün İstanbul’a tek seferde bakabilirdim.”

Yazdıkça şöyle bir düşünce hasıl oluyor; galiba önemli olan şey, yaptıklarınızdan ziyade o yaptığınız şeyin size düşündürdüklerini yazmak. Sanki ancak böyle yapınca sözünüzün diğerlerinden bir farkı oluyor. O hâlde kahvaltıda yediğiniz tosttan bahsetmek de mümkün, yeter ki bu konuda söyleyebilecek güzel fikirleriniz olsun. Neyse dağıtmayalım konuyu, mektuba devam;

“Aslında İstanbul’u lüzumsuz güzellemekten, aşık olunası mükemmel bir şehir olarak görmek/göstermekten hoşlanmam. Şehir işte yani. Ama boğaz gerçekten çok güzel. Seninle sabah erkenden yola çıkıp İstanbul’u sahil boyunca, çok konuşmadan -belki güzel tefekkürlerimizi paylaşarak- sessizce ve huzur içinde yürümek, boğazı seyretmek mutlaka daha güzel olur.”

Bir miktar romantik gidiyor mektup ama Allah sonumuzu hayretsin. Günün devamında ne yaptığımızdan da kısaca bahsedip mektubu toparlayalım;

“Kabataş’a vardıktan sonra tramvayla Karaköy’e geçtim. Orada kuzenimle buluştuk, birlikte yetişkin meselelerimizi konuştuk. O, tez konusuna karar vermiş; ben de gireceğim sınavlardan bahsettim. Sonra her yer kapanmış olduğundan –karantina kısıtlamaları sağolsun– bir petrol ofisine gitmek suretiyle otomattan kahve alarak tıpış tıpış arabaya döndük. Bugün de böylece bitmiş oldu. Elhamdülillah güzel bir gündü.”

Şimdi son sözlerimizi söyleyip herkese selam etmek gerek. Bir de unutmadan,mümkünse cevabî mektup beklediğimizi söyleyelim. Mektup yazmak kadar mektup almak da çok güzel çünkü;

“Aslında arka planda anlatacak çok şey var. Ama hepsini yazmak çok uzun sürer. O yüzden şimdilik bu kadar. Ev ahalisine binler selam. İnşaallah haliniz keyfiniz yerindedir. Bir gün bir şey yaparken aklınıza gelirsek, yanınızda kalem-kağıt da bulunuyor olursa yazacaklarınızı okumayı isteriz. Ama yazmasanız da olur. Biz ara ara yazarız inşallah. Bâkî selam ve dua ile. Allah’a emanet olunuz”

Fiyuv -burada alnımızdaki teri siliyoruz- nihayet bitti. Şimdi bu müsveddeyi çizgisiz A4 kağıdına tükenmez kalemle geçirmek gerekiyor. Sonrasında babanızın düğünlerde evlenen çiftlere para verirken kullanmak gayesiyle aldığı beyaz zarflardan bir tane alıp, yazdığınız mektubu zarfa yerleştiriyorsunuz. Evdekilere haber vermekte de fayda var, belki onlar da birkaç bir şey yazmak ister. Tüm yazılanlar tamamlandıktan sonra da zarfı kapatıp, ne olur ne olmaz diye koli bantıyla bantlıyorsunuz. Bir sonraki aşamada ise ilkokulda öğrendiğiniz, sonrasında unuttuğunuz “Gönderenin ve alıcının adresi zarfın neresine yazılır?” meselesini internetten araştırıp, gerekli bilgileri yine tükenmez bir kalemle yazıyorsunuz ve voila! Mektup hazır.

Yakınlarda memlekete gidip-gelen olmadığı için akraba postası1nı kullanamıyorsanız işiniz PTT’ye kalmış demektir. PTT’ye gittiğinizde de ise iki seçenek karşılıyor sizi; takipli ve takipsiz gönderim. Takipli gönderim 16 lira, ötekisi 3. Tabiî ki takipsiz göndermeye karar veriyorsunuz ve mektubunuz yaklaşık bir buçuk ay sonra mahall-i maksuduna ulaşıyor. Kesinlikle denemeye değer. Yazması da, mektubun ulaşmasını beklemek de çok eğlenceli. Hem basit bir kağıt parçasıyla karşınızdaki kişiyi mutlu etmek paha biçilemez. Gerçi bizim yazdıklarımız dünyevî mektuplar. Ama öyle mektuplar var ki çok yüksek ve geniş hakikatlerden bahseder ve Üstad’ın Hulûsî ağabeyin mektubu için;

“سنڭ گوزل مكتوبڭ بڭا شفالى اولدى. بن زياده راحتسز ايكن اونى اوقودم، بڭا بر سُرور ويردى، او سُرور دخى او خستهلغه بر خفّت ويردى.”2

dediği gibi hastalıklara şifa olur.

Dipnotlar:
1) Akraba postası: Memleketinize gidip-gelen kişiler aracılığıyla arzu ettiğiniz kişilere mektup vb. göndermeye yarayan kuruluş. Misal; teyzeniz İstanbul’a geldiyse hemen kuzenlere bir mektup yazar ve teyzenize teslim edersiniz. O da memlekete geri döndüğünde ilgili kuzene mektubu ulaştırır. Masrafsız posta hizmeti 🙂
2) “Senin güzel mektubun bana şifalı oldu. Ben ziyade rahatsız iken onu okudum, bana bir sürur verdi, o sürur dahi o hastalığa bir hiffet verdi.” (Barla Lahikası)

1 Trackback / Pingback

  1. Bir Meşihat Macerası | Genç Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*