Otoritenin sindirme aracı: Korku

Korku duygusu tarihin neredeyse her döneminde iktidar-toplum ilişkisinin temelini oluşturdu. Tek bir kişinin binlerce, milyonlarca insanın üzerinde baskı ve otorite kurmasını ancak bu kadar güçlü ve etki alanı geniş bir duygu sağlayabilir. Bunun nedeni ise korkunun tıpkı bir salgın hastalık gibi bulaşıcı özelliğe sahip olması.

Diktatöryal toplumlarda muhalif hareketlerin önüne geçmek için çeşitli cezalandırmalar söz konusu olmaktadır. Daha eski dönemlerde halka açık işkence, ya da idam şeklinde ortaya çıkan susturma/sindirme yöntemleri günümüzde yasal olarak daha çok hapis cezası ile sınırlı gibi görünse de, toplum tarafından damgalanma, dışlanma, sosyal statünün zedelenmesi gibi sonuçları da beraberinde getirmektedir. Aslında toplumun tamamının aynı cezaya tabi tutulamayacağı herkes tarafından bilinmektedir. Ancak iktidar tarafından yapılan cezalandırmaların beraberinde getirdiği korku duygusu, “benim de başıma gelirse” düşüncesinin toplumda yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Yani korku herhangi bir başkaldırının engellenmesinde otoritenin kullandığı en önemli araçtır.

Bugün demokrasi ve insan haklarının belki de en önemli basamağı olarak kabul edilen Fransız İhtilali dahi başarısını korkunun büyük etkisine borçlu. İhtilalin arkasından gelen ve ‘terör dönemi’ olarak adlandırılan dönemde devrime muhalif olduğu düşünülen binlerce kişi idam edilmiş, bir çeşit toplumsal kıyım gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de de Cumhuriyet’in ilk yıllarında aynı şekilde bir korku dalgası egemen olmuştur. Sosyal değişimlerin gerçekleştiği/gerçekleştirilmek istendiği dönemlerde halkın bu değişikliklere başkaldırmaması için genellikle bir korku politikasının uygulandığı söylenebilir.

Belirsizlik Hali

Korku politikasını bu kadar başarılı hale getiren en önemli faktör ‘belirsizlik durumu’. İnsanların yarın ne olacağını tahmin edemediği, güvende hissetmediği, sürekli bir belirsizliğin olduğu durumlarda belirsizlik halinin getirdiği korku ve endişe, toplumların yönlendirilmesinde ve baskı altına alınmasında iktidarın en önemli silahı haline gelebilmekte. Bu nedenle belirsizliğin hâkim olduğu, gündemin devamlı değiştiği toplumlarda diğerlerine kıyasla baskıcı rejimlerin iktidara gelmesi ve politikalarını uygulayabilmesi daha kolay. Çünkü belirsizlik ve dolayısıyla endişe halinde devamlı olarak pompalanan korku, toplumun bu politikaları kabullenmesini hatta desteklemesini sağlayabilir. İnsanlar normal şartlarda asla kabul etmeyecekleri şeyleri bile belirsizlik halinin devam etmesi ve artması durumunda kabul edebilirler. Yani bu tarz durumlarda korkunun etkili olmasını sağlayan en önemli şey devamlılık. “Şimdi ne olacak?” sorusunun bir türlü cevaplanamaması ve korkunun sistematik olarak artışı bir süre sonra “Ne olacaksa olsun” aşamasına ulaşmakta ve daha önce kabul edilemez olan, giderek kabul edilebilir bir hal almaktadır. Bunun sonucu ise insanların güvenlikleri için haklarını ve özgürlüklerini feda etmeleri olmaktadır.

Otoriteler halka kendilerini güvende hissettikleri ve öngörülebilir bir yaşam teminatı vermekte, bunun karşılığında bazı hak ve özgürlüklerinden feragat etmelerini istemektedirler. Bunun en bariz örneği giderek yaygınlaşan gözetleme sistemleri. İnsanlar dışarıda kendilerini güvende hissetmek için, her hareketlerinin kameralarla izlenmesini kabul ettiler. Böylece modern toplumu korku aracılığıyla yönlendirmede yeni bir yöntem ortaya çıktı: Gözetleme.

Modern toplumun korkusu: “Gözetlenmek”

Sosyal düşünür Michel Foucault günümüz toplumundaki kitle kontrolünü kavramlaştırırken “gözetleme toplumu” ifadesini kullanmaktadır. Foucault teorisini Jeremy Bentham’ın tasarladığı bir hapishane modeli olan “Panoptikon” üzerine kurdu. Hapishane yukarıdan bakıldığında bir daire veya sekizgen şeklinde tasarlanmış olup, bu dairenin ortasında bir gözetleme kulesi, kenarlarda ise mahkûmların hücreleri bulunmaktadır. Hücreler dairenin iç tarafındaki gözetleme kulesine bakmakta, böylece ortada yer alan gözetleme kulesinden her hücrenin içerisi görülebilmektedir. Ancak hapishanenin ortasında yer alan gözetleme kulesinin içi mahkûmlar tarafından görülememekte, böylece birileri tarafından izlenip izlenmediklerini hiçbir zaman bilememektedirler. Bu durum kulede onları izleyen bir gardiyan olmasa bile, mahkûmların her an gözetleniyormuş gibi kontrollü hareket etmelerini sağlamaktadır.

Bu hapishane modeli hayata geçirilmedi. Ancak Foucault’ya göre şuan içerisinde yaşadığımız toplumun işleyişi giderek panoptikon’a benzemektedir. Artık hemen her yerde bulunan kameralar insanların her an izleniyormuş gibi hareket etmesine, neden olmaktadır. “Gözetlenme korkusu” bireylerin suç işlemesini engellediği gibi, baskıcı rejimlerde insanların iktidarı hedef alan muhalif eylemlerini de baskılamaktadır. Hatta sosyal medya aracılığı ile gözetlemek giderek daha da kolaylaşmakta, insanların bilgi almak, fikirlerini paylaşmak veya yalnızca vakit geçirmek için kullandığı internet, sosyal kontrolün bir aracı haline gelmektedir.

Devamlı olarak hareketlerinin izlendiği düşüncesi ile hareket eden bireyler, kendi fikirlerini ifade edemez, farklılıklarını gösteremez hale gelmekte, bu da toplumda tek tipleşmeye yol açmaktadır. Herkes benzer şeyleri yapmaya, düşünmeye, söylemeye başlamakta, bireyi diğerlerinden ayıran farklılıklar ve marjinallik ortadan kalkmaktadır. Toplumun gerçekte gözetlenmese bile davranışlarının her an izlendiği korkusu ile hareket etmesi, kitlesel kontrolü kolaylaştırmaktadır.

Sosyal medyanın bir diğer işlevi de korkuyu tetikleyen bilgilerin, haberlerin, düşüncelerin çok hızlı şekilde yayılmasını sağlaması. Doğru veya yanlış her bilgi çok kısa bir süre içerisinde milyonlarca insana ulaşarak algı yönetimini kolaylaştırmaktadır. Özellikle yukarıda bahsedilen belirsizlik ve kriz dönemlerinde toplum giderek ayrışmakta, radikal eğilimler ön plana çıkmaktadır. 11 Eylül sonrası Amerika ve Avrupa’da yaygınlaşan İslamofobi, özellikle Suriye iç savaşı sonrası artan göçmen korkusu bu tür algı yönetimlerinin birer örneği.

Sosyal medyanın başrolü oynadığı kitle iletişim araçları giderek yaygınlaşmakta ve gerek bireysel, gerek toplumsal alanı etkisi altına alarak korkunun bulaşıcılık oranını artırmakta. Bu yüzden korku duygusu bugün özellikle toplum bazında, hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bir etkiye sahip.

Sonuç olarak “korku,” sosyal etkisi oldukça geniş bir duygu olup, toplumsal boyutta yönlendirme, değiştirme, baskı altına alma gibi birçok eylemde kullanılmaktadır. Kişilerin bilgi düzeyi, kültürel yapı gibi birçok faktör korkunun toplumsal etkisini artırmakta veya azaltmaktadır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*