Milas, Yılanlı, Marmaris, Köyceğiz, Manavgat, Kavaklıdere… Ülkemizin güneyindeki en güzel bölgelerimizde çıkan onlarca yangın, yanan yüzbinlerce ağaç, yavrularını korumak için can veren yüzlerce şefkatli anne, evleri yanan insanlarımız… “Zahiren baktığımızda bize elem, sıkıntı ve hüzün veren bu yangınlar aslında ne anlatmak istiyor?” suali aklıma geldi ve biraz tefekkür ettim. Tefekkürüm sonucu böyle musibetlerin insanların manevi hatalarına (iman zayıflığı, günahlar vs.) yönelik birer ikaz-ı İlâhî olduğuna ve bu hataları fark edip düzeltmeye çalışmak gerektiğine kanaat getirdim.
Yangınlar bitti derken devamında Karadeniz’deki sel meydana geldi. Kimi sorumlu tutmalı, kime kızmalı bu yaşananlar için? Dere yatağına yerleşim yeri inşa edenlere mi? Yoksa buna izin verenlere mi? Onlarca can ve mal kaybı yaşandı geçmişte ve hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Böyle musibetlerde ölenlerin manevi şehit, mallarının ise sadaka hükmüne geçeceğini biliyoruz ancak “Bu ihmalkârlık nedendir?!” diye de üzülmeden edemiyor insan…
Son olarak; Üstad Bediüzzaman Said Nursî yangın musibetinde itfaiye vazifesi gören Risale-i Nur’a nazarlarımızı çeviriyor ve Emirdağ Lahikası’nda “Şimdi nasıl sadaka belâyı def ediyor; öyle de, Risale-i Nur, bu memlekette belânın def’ine vesile olduğu çok hadiselerle tahakkuk etmiş” diyor. Demek ki Risale-i Nurlar maddî ve manevî yangınlara karşı birer “tulumba-i Nur” hükmündedir.
Bir yerdeki 40 vefiyattan ancak bir ikisinin imanla gittiği bu fitne-i âhirzamanda en selâmetli bir yol olan Risale-i Nur’un daire-i kudsiyesine girmeli ve bu müthiş küfür ve günah yangınlarına karşı Kur’an tezgâhında yapılan takvayı zırh yapmalıyız. Maddî yangınlar ve seller kadar manevî yangınlar ve seller için de endişelenmeliyiz.
İlk yorumu siz yazın