Ahirzaman günlükleri (II)

DECCAL VE İSA:

Dünya buz kesiyor. Haksızlık, zulüm adım başı;

ağızları bıçak açmıyor.

Herkes işinde gücünde diyeceğim… de değil. Eli işte; gözü oynaşta da değil.

Anlatamıyorum; dünyaya bir hâl oldu. Dünyayı böyle hiç görmedim. Oturup konuşamıyoruz, ha! Hak hukuk karıştı. Zalim, zalimle yarışıyor. Bir şaşkınlık var herkeste. İsa, gelip gitti mi anne? Daha var mı gelmesine? Yoksa aramızda mı yaşıyor? Ortalık Deccal vurgunu da… Çağdaşmışlar diye okuyorum kitaplarda.

Yaşadıklarımız hakikat mi; kurgu mu anne? Konuşsak; kitaplarda her şey var. En yakınlarım bile: “Bu senin görüşün!” diyor; dinlemiyor beni. Benim görüşüm mü olur, anne: “Konuşan yalnız hakikattir.” Kitaptan okuyayım, diyorum. Dudak kıvırıyorlar, hık mık ediyorlar.

Kitabı niye okuyoruz, anne;

Her rüzgârda savrulalım, diye mi? Adam kafasına bir şey koymuş; akıl diyor; kalp demiyor. Dengeler şaştı, anne! Yoksa kıyamet mi geliyor? Doğru söyleyen baştacı edilmiyor. Kısaca, işler iyi gitmiyor, anne!

PARA ACISI:

Dünyayı şu arsız paranın saltanatından kim kurtaracak?

***

HABERLER:

Haberleri seyretmek can sıkıntısı… Kim hazırlıyor bu haberleri; estetik yok, şiir yok! Mis gibi devam eden dünyanın yolunu biz/kendimiz/bizzat kesiyoruz! Teknoloji dünyanın kalbini tekletiyor. Kuşların, gökyüzünün, yağmurların uzağında yaşıyor bu haberciler. Delilerin kuyulara, kuytulara attıkları taşları kendimize yük ediyoruz. Birileri dünyayı felaket oyalıyor!

***

AÇ GÖZ:

Aç gözlü…

Dünya benim olsun, diyor.

Eline geçeni biriktiriyor.

Ölümüne kör; ölüme!

Aç gözlü…

Âşık gözlü olamaz ki;

Gözü dönmüş!

Ölmüş incecik bakışları;

Yorulmuş dünyayı taşımaktan;

Tatları, kokuları, besteleri unutmuş!

***

TECRÜBE:

Dünya mı?

Yaşadın, gördün işte!

İnişte, inişte, inişte…

***

SAVAŞ VE BARIŞ:

Savaşta ne var;

O korkakların işi…

Barış cesaret ister!

***

TENEKE VE BETON ÇAĞI:

Çocuklara benzettiler bizi.

Dersini iyi çalışmış adamlar; ömür boyu taksitle taksi ve ev satıyorlar. Peşin peşin ödüyoruz huzurumuzu;

Teneke ve beton için…

***

TEZGÂH:

Ne çabuk değiştiriyorlar gündemi; hiçbir şey değişmiyor! Bu ne tezat; değil mi! Buna “paradoks” diyorlar! Karagöz-Hacivat oyunu… desem… yok; değil.

Bir ibret var onda…
Bir m/izah… Ah, bu oyun başka; çok başka…

***

PARADOKS:

Sana bir gaflet vereyim;

Görmeden yaşa!

Uyuduğunu/uyandığını hatırlama!

Senin adına yaşayanlar var ya!

Geceleri üstüne üstüne çek.

Uyansan yıldızlar dökülecek!

Nefeslerini tut; unut hattâ!

Dönüp bakma bile hayata!

Şu ismini bırak da git; zaten yok!

Gözlerin ne kadar yıldızsız;

Tenha yollar bile kalabalıkken…

***

İSA’NIN NEFESİ:

Bir köye mi çekilmeli yoksa!

Yıldız şarkılarıyla uyumalı…

Koyun, kaval sesleriyle uyanmalı…

Biliyorum; “kurtarılmış bölgeler” vardır!

 

Cimri şehirlerin mutantan fotoğrafları…

Unutulan tek şey: yaşamak!

Uyansın diye ruhumu ova ova…

Kova kova silüetini ruhsuzluğun…

 

Toz toprak ormanların nefesi…

Demir parmaklıklarla kapalı deniz, gök…

Halbuki yaşayabilirdik çiçeklerle;

Cenneti hatırlayarak…

 

Herkes yerini yaparmış burada.

Burada ermezse murada; orda erer mi; bilmem!

Yakamda bir şehir; gözleri çok keşmekeş…

Çok basmakalıp, ruh kaçkını, çok belirsiz…

 

Korkulu bir hikâye başlangıcı gibi…

Ağaçların çarmıha gerildiği…

İsâ’nın nefesinden gayrı;

Dirileceği yok; bu ölü zamanların.

***

MİHENK:

Doğru oturup doğru konuşalım. Lâmı cimi yok -kim ne derse desin- iyi savrulduk. Kim yakın kim uzak; gördük. Biz neler okumuş, neler konuşmuştuk öyle! Hadiseler kimliğimizi sordu; cevapladık; hepsi bu!

***

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*