En büyük cihad

Ramazan ayı pek çok şey olduğu gibi günahlardan arınmak için de bir vesiledir. Bu bağlamda nefsi terbiye etmek ve dar dairedeki büyük cihad manalarında olan “tezkiye” kavramının üzerinde muhakkak durmak gerekir.

“Nitekim bu tâbiri Peygamber Efendimiz (asm), pek zorlu geçen Tebük Gazvesi’nden dönüşlerinde bizzat ifâde ederek Ashâbına:

“Şimdi küçük cihâttan büyük cihâda dönüyoruz.” buyurmuşlardır.

Hâlbuki dönmekte oldukları sefer, pek büyük bir gazveydi. Zirâ seferin evvelinden nihâyetine kadar münafıkların fitneleri ve şeytanın vesveseleri eksik olmamıştı. O yıl şiddetli bir sıcaklık ve kuraklık hüküm sürmüştü. Katedilen yol, oldukça uzundu ve yaya yürümeye müsait değildi. Meyvelerin toplanacağı hasat mevsimi de gelip çatmıştı. Kendilerini kalabalık bir Bizans ordusunun beklemekte olduğu haberi ise, bu gazveyi daha da zorlu bir sefer kılmaktaydı. Otuz bin kişiyi aşan Sahabî ordusu, bin kilometre gitmiş ve geri dönmüştü. Medîne’ye yaklaşırken âdeta şekilleri değişmişti. Derileri kemiklerine yapışmış, saç-sakal birbirine girmişti. Hâl böyleyken Rasûlullâhın (asm) söylediği bu sözün hikmetini merâk eden bâzı Sahâbiler, hayretler içinde:

“Yâ Rasûlâllâh! Hâlimiz meydanda! Bundan daha büyük cihâd olur mu?” dediklerinde Peygamber Efendimiz (asm):

“Evet! Şimdi küçük cihâddan en büyük cihâda; nefsin hevâsı ile mücâhedeye dönüyoruz!” buyurdular.1

Ömür boyu sürecek bu dehşetli cihadı kazanmak için Ramazan ve oruç kaçırılmayacak fırsatlardır. 29. Mektup’un İkinci Kısmı olan Ramazan Risalesi; orucun nefsin terbiyesine bakan ve nefsin mevhum rububiyetini kıran yönlerini çok güzel izah etmiş. Evet gerçekten “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.”2 Halbuki “Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir.”3

Nefis kendini serbest telakki ettiği gibi gafletle kendini unutması da bir başka özelliği. “Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez.”4 O görmek istemez ama “Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır!”5

Ramazan Risalesi’nde bahsi geçen nefis terbiyesi esaslarını, 26. Söz’ün zeylindeki bahisten ayırmak pek de mümkün değil. Cenab-ı Hakk’a ancak nefisleri tezkiye etmekle vasıl olunabilir ki bu tariklerden en kısası o makamda “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” tariki olarak gösterilmiş. Dört hatvesi olan bu tarikte nefistezkiye formülleri sırasıyla; “Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemek”, “Nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek”, “Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.”, “Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır.”6 şeklinde ifade edilmiş. Tüm bu hatvelerin en esaslı yaşanabildiği bir mevsim ise başta ifade edildiği üzere nefsin firavuniyetinin kırıldığı Ramazan ayı olsa gerektir. Evet, Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirilmiştir ki o, nihayet derecede tesirli, zengin ve kıymetli bir hazinedir. Herkesin, her nefsin ulaşması için yaratıldığı hedefe giden yollarını açan, fıtratına uygun istikameti gösteren ve vazifelerini bildirip yerine getirmesine yardım eden hakiki bir rehber, bir mürşittir.

Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve keremiyle, kısa bir ömürde Kur’ân hazinesinden istifademizi ziyadeleştirmek için tayin ettiği özel vakitlerden biridir Ramazan. Elbette böyle bir uhrevî mevsimde umum âlem-i İslam’ın himmet ve gayreti bu ticaret mevsiminden azamî istifadeye yönlendirilmiştir. Ve oruçla da nazarlar mideden, nefsin isteklerinden dönmüş; ahirete yönelmiştir. Böyle manevî çalışmaların neticesinde manevî hava temizlenir. Latife, istidat ve cihazatımızın teali etmesine, gelişmesine uygun zemin oluşur. Peki, böyle bir ortamda bizim irademizi, gayretimizi ne yönde kullanmamız gerekir?

Yukarıda ifade edilen tezkiye esaslarının yanında, merkeze Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünnet-i seniyyeyi koymamız gerektiğini bilmeli. Çünkü Kur’ân bizim hakiki mürşidimizdir. Maddî, manevî her konuda bizi kemale ulaştıracak odur. Normal zamanda bir tanesi on sevap olan Kur’ân harflerinin her biri bu mevsimde bin, on bin ve otuz bin bâkî meyveler verir. Bu manevî atmosferde okunan Kur’ân harflerinin böyle uhrevî meyveler vermesinden şunu da çıkarabilmek mümkündür; sair vakitlerde Kur’ân-ı Kerîm’in üzerimizdeki etkisi bir ise böyle hususi vakitlerde yüz ve bin ve binler kat fazla olabilir. Manevî âlemimizin tamiri, hastalıklarımızın iyileşmesi çok daha kolay olabilir. Bu mükemmel bir hakikat! Tek başına mana ifade etmeyen harflerin bile bu kadar kıymetlendiği bir mevsimde, Kur’ân’ın tek bir kelimesini olsun, yaşayabilmenin bizde oluşturacağı tesir kim bilir nasıl olur? Bire binler kazanç sağlayan bu atmosferde inkişaf edecek iman hakikatlerinden bir lem’acık bile mutlaka paha biçilemez olacaktır.

İşte iman hakikatlerini inkişaf ettirmek için bu zamanda, en yüksek kaynak Risale-i Nur olsa gerektir. Çünkü doğrudan Kur’ân güneşinden gelmiş bir nurdur. “Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın bu asırda bir mucize-i maneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet, Risale-i Nur kalplerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbi ve müzekkisidir.”7 O halde “iman hakikatlerini ilmelyakin ve aynelyakin ve hakkalyakin derecelerinde inkişaf ettiren”8 bu eserleri muhakkak okumalı, hem pek çok okumalıyız.

Dipnotlar:
1) Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları (www.islamveihsan.com/nefs-tezkiyesi-nedir.html#_ftn2)
2) 29. Mektup, 2. Kısım, 4. Nükte
3) Age.
4) 29. Mektup, 2. Kısım, 5. Nükte
5) Age
6) 26. Söz, Zeyil
7) Sözler, Konferans
8) Age

Sümeyye TUNA / Emine Sultan ÇAKIR

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*