İslam’ın beş şartından birisi olan zekât, kısaca, her Müslümanın elinde bulunan ve belirli miktara ulaşmış mallarından ihtiyaç sahiplerine dinin hükümleriyle belirlenen oran kadarını Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle kendi arzusu ile vermesi anlamına gelmektedir. Kur’ân ayetlerinde, dinin direği olarak tanımlanan, namazın hemen ardından zikredilen zekât emri İslamiyet’in en önemli ve en ayırt edici unsurlarından birisidir denebilir. Zekât bu yönüyle oldukça ehemmiyetli olduğu gibi kelime kökeni itibariyle ifade ettiği mana açısından da incelenip irdelenmesi gereken bir hakikattir.
Zekât, “tezekki” kelimesinden türemiş ve temizlik, arınma, temizlenme anlamına gelmektedir. Zekât özü itibariyle malı temizlemek ve birçok yönüyle de maddî ve manevî olarak arınmak anlamına gelir. Evet, zekât malı temizlemektir çünkü insan her ne kadar helâl çabası ve gayretiyle malını kazansa dahi aslında o malın kendisinin olmadığını ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu ifade etmek adına Cenab-ı Hak; insanın malına ve mülküne ihtiyaç sahiplerinin hakkı olan bir miktar pay eklemiştir. Bu eklenen miktar insana bir nevi hatırlatma ve işaret hükmündedir. Malına mülküne bakan Müslüman’ın böbürlenip gururlanmaması için ve “Ben bu mülkü kendi gayretimle kazandım” diyerek Karun, Firavun, Nemrut gibi zalimlerin durumuna düşmemesi için bir ihtar olarak bu pay konulmuştur. Cenab-ı Hak bu zekât payı ile insana âdeta “bu mülkü sana ihsan eden başkasıdır ve bu mülkün içerisinde diğer kullarına da pay ayırmıştır, bu mülk için her ne kadar sen fiili duanı yapmış da olsan rızkı gerçekten veren başkasıdır, öyle ise rızkında ve mülkünde başka kulların payı olarak sana verileni sahiplerine teslim et ve vazifeni tam yerine getirerek mülkünü temizle” demektedir.
Zekât ibadetinde maddî malın temizliği içerisine saklanmış bir diğer temizlik manası da ramazan orucunda olduğu gibi insanın manevî dünyasındaki “enaniyet” kirinden ve pasından temizliktir. Orucunu açan insanın yaratıcının izni ve emir olmadan meşru rızkına dahi dokunamadığını anlaması gibi, zekât veren insan da nefsinin, kazandığı mülkte, Allah’ın ihsan ettiğinden gayrı bir hissesi olmadığını ve mülkün esas sahibinin de kendisi olmadığını anlayarak nefsini kibirden, gururdan ve cimrilikten temizler. Ayrıca insan, rızkı ve mülkü verenin kudreti ezelî ve ebedî olan bir Zât olduğunu ve kendisinin yaşlılıkla ve hastalıkla zayi olacak olan kudretinin üstünde bir kudretten nasibini aldığını anlayarak huzura erer ve malını ve mülkünü muhafaza korkusundan ve fakirlik endişesinden kurtulur şükreder. Böylece insanın manevî dünyası temizlendiği gibi istikbal ile ilgili endişeleri ve korkuları da temizlenir.
Zekât sadece zekâtı verenin dünyasında temizlik yapmakla kalmaz, ayrıca toplum hayatını ve zekât alanların dünyasını da temizleyip kötülüklerden arındırır. Geçtiğimiz yüzyılda başta Bolşevik ihtilali olmak üzere dünyayı fesada verip kan dökülmesine sebep olan en temel sorun, toplumun tabakaları arasındaki uçurumun ve gelir dengesizliğinin büyümesi sonucunda oluşan kin ve nefretin fıtri bir sonucu olarak üst tabakalardan ve sermaye sahiplerinden alt tabakalara zulüm ve baskının artması ve alt tabakalardan ve işçi kesimden yukarıya ise hiddet ve isyanların başlamasıdır. İşte zekât, toplumun tabakaları arasında bir dayanışma ve yardımlaşma köprüsü olmasıyla bu fitne ve ihtilalin önünü keser ve toplumun tabakaları arasında barışı temin ederek toplumdan kin, haset, nefret gibi hissiyatı temizleyip yerine ulvî hisleri ve arzuları yerleştirir. Zekâtı veren zengin insanlar kendi malından değil de Allah’ın mülkünden yoksulların hakkı olanı verdiklerini ve zekâtı alan yoksul insanlar da Allah’ın kendilerine ihsan ettiği hakları olan mülkü aldıklarını düşündükleri için minnet gibi süflî duygular da toplumdan temizlenmiş olur. Hem de zekât almaya muhtaç olmuş yoksul insanların iç dünyasında da servet ve sermaye sahibi insanlara karşı olan kin ve nefret duyguları temizlenerek yerini hürmet ve Allah’a şükre bırakır. Sermaye sahibi insanların dünyasında da yoksullara karşı güvensizlik ve nefret hisleri temizlenerek yerini şefkat ve merhamet hislerine bırakır.
İşte zekât böylesine küllî ve hakikî bir temizlik manasını taşır. Allah’ın kâinatın her yerinde tecelli eden Kuddüs ismi zekât konusunda bu şekilde tecelli ve tesir eder. Hadis-i Şerif’in ifadesiyle kaynağı iman olan temizlik, İslamiyet’in her esasına ve her yerine bir şekilde yayılmış ve her ibadetin ve emrin içerisine temizlikten bir hisse yerleştirilmiştir. Madem ki temizlik imandandır ve zekât böylesine küllî ve tesirli bir temizliktir, öyle ise iman eden insan maddî ve manevî dünyasını zekât ile temizleme fırsatını kaçırmamalıdır.
İlk yorumu siz yazın