İnsanlık baharı

İNSANLIK BAHARI:

Ruhlarımız çok üşüdü. Âcilen, insanlık baharına bir düşsek diye kaç kıştır bekliyoruz.

TAPU VE TABU:

Tapusu olan kendisini; tabusu olan herkesi rahatsız eder.

NERDESİN?

Beynin yıkanmış; git, beynini yıka da gel; öyle konuşalım. Ben, “seninle” konuşmak istiyorum; burda mısın?

TARİF-İ AŞK:

Yanmamışsan sen; yanmışsın zaten!

MEKTEP VE SEN:

Mektep-ler adının farkında değil ki…

KAYIP YÜZ:

Yüzüne karşı konuşacağım da hangi yüzüne karşı?! Bir yüzün yok ki…

ÜMİT:

Bir yüzümüz hüzün, gece… Ötekisi neşe, gündüz… “Kara gün kararıp kalmaz.” İçim öyle diyor: “Güzel şeyler olacak…”

ÖLÜ HAYATLAR:

Yaşamak… ölümü düşünmeden hem de… Ölü bir hayat bu!

İŞ:

İş olsun diye değil; iş; olsun, diye…

O:

Uyudu…

Uyandı…

Aklında o…

SEN:

Ah şu kendini tanısan; her şeyi tanıyacaksın!

SÖZ SÖZE:

Acele etme; konuşabiliyor olmak bile anlaşmaya çok yakınız demektir!

AT GÖZLÜĞÜ:

“At gözlüğü” takmışlar gözümüze. “At, gözlüğü!” ki ufuklar, gökler seni bekliyor. “İnsan” olduğunu hatırlatmaya geldim.

VUSLAT:

Dilinde vuslat türküleri:

“Gönlün hep seni arıyor; neredesin sen?!”

HER KÖŞEDE ÖLÜM:

Dünyaya çok iştahlısın da… ölüm diye bir şey var!

ŞÖHRET:

Şöhrete koşmak yani insanın kendinden uzaklaşması…

YARIN YA DA BUGÜN:

Durduğun yer; duracağın yerdir!

CÜMLE-İ AŞK:

Karışmasın diye kelimeler;

Virgül atıyoruz araya.

Herkes memnun yerinde/n.

“Bir gül!” arada ki…

Ayrılsak da…

Kopmasın “cümle-i aşk!”

NEYSE/N O:

Kendini “bambaşka yerde” görme; “burdasın” işte!

İLK/SON SÖZ:

İlk sözünü, son sözü gibi söylerdi; son sözü yoktu bir türlü!

ROL:

Yok, yok; yaşamak rollerine soyunuyoruz; kendimizle oyun oynuyoruz belki de!

YALAN:

Yalanla beslenenler açlıktan ölür.

BİLGİN VE CAHİL:

Bilmiyorum… demek derin bilgi ister; bilmiyorum… demez cahil; diyemez!

GÜNDEM KİRLİLİĞİ:

Bu… günlük konuşmalar…

Bu… manşetler…

Bu… sakız gibi aynı şeyler…

Bu… kelimesizlik…

Bu… parasızlık…

Bu… sirklerde cambazları seyretmek…

Bu… düşünce fukaralıkları…

Bu… ben bilirim havaları…

Bu… kitaplardan uzak çok uzaklığımız…

Bu, bu… bunlar ne böyle!

KİMLİK BİLGİLERİ:

Okullar -evimizin dibinde de olsa- bize “uzak!” Tarihe, dilimize, kültürümüze… Nasıl mı? Verin ellerine oralara gidenlerin kâğıt, kalem. “Ben Kimim?” diye bir deneme yazdırın bakalım da görelim kelimelerinin rengini, sesini, hevesini…

YAŞA-MAK VAKTİ:

Yaşamaya vakit bulamayanlar neye vakit bulur ki?! Şimdiki zamanı görmeden; dün ve yarın görülebilir mi ki?!

KIYAMET:

Sokaklar dilenci kaynıyor.

Biri yer, biri bakar…

Dünyayı kim yıkar?

GÖRMEK:

Gördüğünde… “gör/düğünü” anlat Ve… bir şeyin iyice farkındayım; farkında olmadığım çok şeyin…

ANLAŞMAK:

Yalandan vazgeç; anlaşırız!

GÜN İYİSİ:

Bugünü ve sonrayı “Dünya Kavgasızlık Günü…” ilan ediyorum. Kim karşı çıkar ki buna?!

İLTİFAT:

Seni tanıyor ki… göndermiş bu antika âleme; bigane kalabilir misin; Sanatkâr’ın iltifatına!

ANTİKA:

Ormanlar antika… Denizler, dağlar öyle… “El sürmeyiniz!”

UKDE:

Bir şey diyecektim…

Ölümden, hayattan yana…

Bir şey… zamanların uçarılığına…

Başlamadan biten gün doğumlarına…

Çok şey diyecektim…

Gönlümün, bakışlarımın darmadağınıklığına…

KENDİN OL/MAK:

Poz verme; “poz” yakalayamıyorum!

ŞEKİLÇAĞ:

Şekle takılma!

Bekle; takılma!

Geliyorum!

HIRSLARA KİTABE:

Hırslarımız dolu dizgin…

Fakat…

Adımız “ölü”ye çıkacak bir gün!

BİR İHTİMAL:

Uzak bir ihtimal de olsa… ihtimal ya…

PARA:

“Para/n” seni satın almış; haberin var mı?!

KAHRAMAN:

Kahraman kim mi? Kendini fetheden değil mi?! Dahası… alıp verdiği nefeslerinin  farkında olan “kahraman değilse ne?!

MAYA:

İnsanlığı muhabbet kurtaracak.

DAVRANIŞ BOZUKLUĞU:

Bir de yazdıklarının, yaptıklarının kullanma süresi üç beş günlük “dünya” içinse… değer mi! Ha, dünyanın “fani” olduğunu kabullenmek sana kolay mı; bana zor geliyor da! Dünyamız hep devam edecekmiş gibi davranmak da “davranış bozukluğu” olsa gerek!

İNŞAAT HASTALIĞI:

İnşaat yetişen yerde kolay kolay adam yetişmez! Adam yetiştirmek emek ister, zaman alır. Kim uğraşacak ki! İki bin çocuğu doldurursun hangarlara; olur biter! Kepçe, beton… görünür bir şey sonra… Eğitime yatırılan hemen gözükmez ki… İş makineleri! Marş, marş!

ORİJİNAL:

Ne besten, ne bir şiirin var. Ne Sinan’sın ne Yunus… senin yaptığını herkes yapıyor; yarına kalır mı ismin! Okulları geç; fabrika usulü çalışıyor. Var, diye var okullar. Renkleri, tipleri aynı; farklıyı da hazmedemiyorlar. Sen, kendi kendinin okulu ol. Bir yol bul; yeni bir yol… Bak; ne çok şey değişti! Okullar ortaçağ zihniyeti… Masalar, sıralar aynı… Şükür; mevsimler değişiyor. Sen papatyalara bir nazar eyle. Tebessüm, tazelik, çocukluk göreceksin. Niyeyse bu amcalar kavgalı, asık suratlı… Medeniyet dedikleri de evler, arabalar… peh! Otobanı sollar yol kenarındaki papatyalar!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*