İçi boşal(tıl)an kelimeler ve ‘Tabula Rasa’

Ah insan!.. Bazen meleklerle yarışan, bazen hayvanlardan aşağı düşen insan… Her şey emrine verilen halife-i arz…

Bu kutlu görevi yapamayıp nefsinin hevesleri peşinde sürüklenen yine insan…

Bazen Allah’ın aziz muhatabı ve nazlı misafiri, bazen nefsinin kölesi. Ah özgürlük!

-“Ben özgürüm, canım ne istiyorsa onu yaparım (!)”

ORTAK DİLİ KONUŞABİLMEK!

“Tabula Rasa.” Boş levha… John Locke “İnsan zihni doğduğunda boş bir levhaya benzer” diyerek idealizme karşı çıkıyor. Maksadım felsefenin tartışmalarına girmek değil. Tabula Rasa’yı ödünç almak. Önce kelimelerin içi boşaltıldı, sonra gerçeklikten koparıldı. Mana, anlam kayboldu. Yerine herkes, her istediğini doldurdu.

Ne yazık ki; ortak bir dili konuşamaz olduk. Aynı kelimeyi kullansak bile; kastettiğimiz manalar aynı değil. Hürriyet, demokrasi, özgürlük, ideal, siyaset, hizmet, inanç, ahlâk, erdem, arzu ve istekler… Herkesin tarifi hayat görüşüne göre, değişip başkalaşıyor. Kelimeler kirleniyor çoğu zaman.

-“Ben özgürüm, canım nasıl istiyorsa kelimelere o anlamı yüklerim (!)”

Mesela sizin kastettiğiniz ahlâk, erdem, inanç, hürriyet ile bir Marksistin kastettiği farklıdır. Bir siyasetçinin daha da farklı..

Mesela; hangi demokrasi? Amerika’nın “Irak ve Suriye’ye getirdiği demokrasi (!)” mi, ülkemizde uygulanan “ileri demokrasi” mi, İsveç Norveç gibi ülkelerde uygulanan “yatay bireyciliği” önceleyen demokrasi mi, İngiltere’nin içeride başka dışarıda başka uyguladığı demokrasi mi?

Bediüzzaman’ın tarif ettiği “meşru meşrutiyet”e, demokrasiye ne dersiniz!..

ANARŞİZM OTORİTEYİ REDDEDER AMA…

Tabula Rasa’yı canın nasıl istiyorsa doldur… Çünkü özgürsün… Canın ne istiyorsa yaparsın, neleri istemiyorsa yapmazsın… Peki, bu mümkün mü, doğru mu, insana yakışan bu mu?

Her mesleğin, değerin hakları olduğu gibi sorumlulukları da var. İnsan olmanın da… Mesela;

-Ben öğretmenim ama derse girmem, işçiyim ama canım hiç çalışmak istemiyor, çalışmam.. doktorum ama hastalarla uğraşamam vs. diyebilir mi?

-Ben hayvanlar gibi canım ne istiyorsa, nasıl istiyorsa, nerede istiyorsa onu yapabilirim diyebilir mi?

Hiçbir kural tanımamak, canının her istediğini yapmak mutlak hürriyet olabilir mi?

Sanıldığı gibi kural olmayınca anarşizm insanı mutlu edebilir mi? Toplum huzur içinde yaşayabilir mi?

Her insan vahşî hayvanlar gibi hür hareket ederse, o zaman insanların birbirini yemesi ve birbirini yok etmesi kaçınılmazdır. Öyleyse hürriyetin de bir sınırı olsa gerek!

Hürriyet: “Serbestlik, hür olmak, meşru dairede herkesin tam serbest olması” demek.

“Hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.”

“NE NEFSİNE, NE BAŞKASINA…”

Evet, insan hürdür. Hürriyeti, bir başka insanın hürriyet sınırlarına kadardır.

İnsanın hürriyetinin ikinci bir sınırı da Allah’ın yasaklarıdır. İnsan “Ben özgürüm, haram helâl tanımam” diyemez. İnsan ancak Allah’ın helâl kıldığı sınırlar içinde özgürdür.

Herkes hürriyetini kullanırken hususî hayatının meşru arzuları dairesinde hürriyet sahibidir. Ne nefsine ne de başkasına zarar vermemelidir.

İslâm’da kişinin kendine zarar verme hürriyeti yoktur. Bu vücut, bu ruh, bu akıl hepsi insana emanettir. Ve insan bu emanetlere hıyanet etme hürriyetine sahip değildir.

İmandan gelen hürriyet iki esası emreder: Tahakküm ve istibdat ile başkasını zillet altında bırakmamak ve zalimlere boyun eğmemek.

“HAYIRLINIZ, AHLÂKI GÜZEL OLANINIZDIR.”

Siyasî ve hukukî hürriyet; hukukun zulme karşı üstün gelmesi ve her şeyin belirleyicisinin kanunlarda olmasıdır.

Ahlâkî hürriyet ise, kişinin manevî hayatında dilediği gibi yaşama ve düşünme tarzı olarak tarif edilebilir.

Toplumun ahlâkını zedeleyen, ahlâksızlığı teşvik eden, insanların onuruna yakışmayan giyim-kuşama, davranışlara hoşgörüyle bakılamaz. Çünkü, bu gibi aykırı davranışlar, sadece kamu ahlâkını bozmakla kalmıyor, aynı zamanda kişinin kendi insanlık haysiyetine, iman ve inancına da aykırı düşüyor.

Kur’ân’da “apaçık hayasızlık, ahlâksızlık” olarak tarif edilen bir fiili işleyenlerin “onur yürüyüşü” diyerek kelimeleri kirletmesi özgürlük değildir.

Gürültü kirliliği toplumu ve insanı nasıl rahatsız ediyorsa; görüntü kirliliği de rahatsız ediyor. Bunu yapmak özgürlük sınırını ihlâl etmektir.

Konuyu hukukçular, sosyologlar ve felsefeciler tartışmaya devam ediyor. Etik: Felsefi mi, Teolojik mi?

SINIRLAMA… NASIL VE NEREYE KADAR?

Diğer yandan her şeyin bir sınırı olmakla beraber, sınırlamanın da belli ölçüleri olması gerekmez mi?

Thomas Hobbes’a göre devletli toplumda hukukun varlık nedeni, güvenliği temin ederek insanların birbirlerine zarar vermeden barış ve huzur içinde yaşamasını sağlamaktır. Bunun için de doğal hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması zorunludur.

Mesela “Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleri” gibi.

Ancak sınırlama kanunla yapılmalıdır. Temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmadan Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmalıdır. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ve “ölçülülük ilkesi” nazara alınmalıdır.

“ALLAH’IM! BİZİ GÜZEL AHLÂKA ERİŞTİR.”

Sonuç olarak; kırmadan, dökmeden, hakkı ve hukuku esas alan bir tutum ve davranış tarzı geliştirerek güzel ahlâka doğru çaba sarf etmemiz lazımdır.

Çünkü insan olmak güzeldir; hürriyet de güzeldir; ahlâklı, şerefli, haysiyetli olmak da..

“İnsan haysiyetine dokunulamaz. Toplum ve her türlü devlet otoritesi insan haysiyetine saygı göstermek ve onu korumakla görevlidir.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*