Dua kapısı

DUA KAPISI:

Şu an dolunay var.

Nelerin peşindeyiz?

Bir selâm bile vermiyoruz: “Ay Kardeş, merhaba!” diye…

İşimiz çok!

Peh, bana sorarsan; yok!

İşimiz gücümüz var, diye diye…

Nereye geldi dünya!

Dün: “Ay Dede, evin nerede?” gibi…

Şarkılı masallarımız vardı.

Her şey sevdiğimiz kadardı.

Nefretin adresi yok insanda;

O, şeytan işi…

Ah, sevgi!

Ah, merhamet; nerdesin?

Aysız gecelere, arsız gündüzlere düştük!

Nefreti, haksızlığı bölüştük;

Çok duasız kaldı ellerimiz.

Sahi; nereye geldik biz?

Vakitlerden dua…

Hep fakiriz ya…

Dua…

Açar bütün kapıları…

Naçar kapıları…

* * *

DURAK:

Neden geldiğimizi dünyaya, unutalım diye… değiştiriliyor gündemler. Ne zaman başlanır yaşamaya!

Her şey yolunda giderken bile; dürtüyor birileri dünyanın en sinir yerlerine! Zehir akıtıyorlar aklımıza, kalbimize… Öldürenler unutuyor öleceğini!

Güleceğini sanıyor zavallı!

En iyisi keşfedelim kendimizi. Diplomaların “kâğıt” olduğunu anladım.

Yoksa; bu kadar patlar mıydı silahlar! Yola dökülmüş; bir sel gibi günahlar… Boyuna, Cennetin yolunu kapatmaya uğraşanlar… Kalın dünyada ancak yol açın. Yüzünüze bakılacak gibi değil!

Yığın petrolleri, paraları, binaları!

Yığın, yığın, yığın!

Alışın dünyaya, alışın!

Ne kadar maske taksanız da… çocuklar bile tanıyor sizi.

Ey kalabalık dünya!

“İnsan” sayını döksene!

Say say bitmez duraklar var içimizde;

Birinde, ötekinde, berisinde duralım;

Yetti gayrı az biraz kendi şehrimizi kuralım!

* * *

YOL YORGUNU:

Ölüsü olan bir gün ağlar; delisi olan her gün… der atalar. Bunca yıldır ağlıyoruz da… bu, atalar sözünü masaya yatırsak… Bu gözyaşlarımızın, yolda kalmışlığımızın bir çaresi vardır.

* * *

GECİKİŞ:

Geç de olsa anladım;

Çok şey oyalıyor beni!

* * *

EMANET:

Dünya bedava ya… Har vurup harman savuruyoruz.

* * *

YARA:

Açık yaradan korkma!

Ötekisi içten içe…

Azar da göremezsin.

* * *

ÜÇ/İÇ NOKTA:

Gülüşler, ağlayışlar…

Üç/iç nokta;

Susuşlar,

Unutuşlar da…

* * *

AHALİ:

Halk… ahali demektir. Ahali de ehliyetli manasında… Ehil yani.

* * *

BAHAR TÜRKÜSÜ:

Gülümsemek…

Hafiflemesi dudaklarımın…

Ve gözlerimin bahar türküsü…

* * *

MAĞLUBİYET:

Ne kadar konuşursan konuş;

Beni yenemezsin!

Ben zaten sonsuz bilgiye yenik biriyim;

Ne söyleyeceksin!

* * *

GİBİCİLER:

Dünyayı idare edemeyenler; “idare edip” gidiyor!

* * *

AYRILIK VE ÖLÜM:

Hüzünlü türküler gibi yüzümüz…

Uzayıp giden tenha yollar.

Annemin sesi çok uzaklarda…

Sermayemiz ağlamak mı şimdi?

Ayrılık ekmeğimize katık…

Ölüm; sonsuz kavuşmalara ilk hazırlık…

* * *

RÜYA/DÜNYA:

Bir daha anlat; şu rüyaların rüyasını!

Rüya dünyalarımızın dünyasını!

Aşkı arıyor herkes; kolay sanıyor.

Aşkı buluyor.

Ya mecâzî ya hakikî…

İkisinde de gözyaşılı…

İkisi de tuzlu…

Biri huysuz; biri iyi huylu…

* * *

KİRAZLAR:

Dünya sırtında sanki!

Yüzünden düşen bin parça…

Keyifsiz bir tek martı gördün mü!

Yaşamayı unuttuğun belli…

Kirazların güldüğünü görmüyorsun!

* * *

AĞAÇLARIN GÖZYAŞI:

Yol yapmak için Osmanlı ağaç kesmez; torunları da gerçek torun olduğunu göstersin; kesmesin; yoksa torun değil “sorun” olursunuz. Yol kesilebilir; ağaç kesilebilmez! Sadece ağaç kesmiyorsunuz ki… gölgeleri de kuş seslerini de havayı da ve daha neleri…

* * *

SÜKÛNET:

Vakit sabaha dönüyor;

Gece uyuyor.

Sükûneti ne kadar özlemişiz;

Gürültünün çıkmaz sokağında!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*