Hürriyete mektup

Unutma beni!

Davanı vatansız, beni umutsuz bırakma!

Hatırla beni!

Sahile her vurduğunda dalgalar; diri tut hayalini!

Kınama beni!

Davam herkese nasip olmaz.

Her kulağı kesik dayanamaz bu nağmelere.

Her âmâ göremez bu hakikatleri.

Neşteri vurmak kolaydır; parmak gözden çıkarılmışsa eğer!

Sönmek kolaydır; koru dinmişse alevlerin.

Her rüzgârın yönüne esmek kolaydır!

Bu dikenli sarp kayaların hâkimiyetindeki vadilerde, nice zemheri serilmedi mi kan kokan toprak üstüne!

Çanlar çalmadı mı hilâlin kestiği gecelerin ufuğunda!

Davam, davam diye haykırmadı mı Saidler, Talhalar, Zübeyirler…

İn cin top oynadı serkeş; dut dökmüş gecelerin ayazında.

İpler damla damla kanla boyandı aktı ki aktı minarelere.

Ruhum uçtu, uçtu durdu mim çekmeyen inkılap gemilerinin üstünde.

Bu dava benim, bu dava senin, bu dava bizim!

Neydi içimizdeki girdabı durultacak olan bu kadim âbideler!

Köhne hayatlara yeniden kardelen açtıracak olan neydi!

Davamız güneş, biz gökyüzü, hayallerimiz deniz…

Bir büyük ufuk olmak gayemiz…

Nur gibi doğmak bahtsız gecelere ve dolup dolup yağmak bu hayal denizine…

Zincir vurulabilir mi dal budak, sarmaşık olmuş fikirlere!

Bu kabirvârî sessizliğin içinde geceyi sıyırmak ve bir huşu durağında yalvarmak Yaradan’a…

Kalmak ile gitmek arasındaki güçlü bağı kırmak adına…

Yine kalkmak, yine sırtımıza bağlanmış mahşerin puslu ahitlerini götürmek…

İstibdadın pençesinden kurtulup ulaşmak şûrâ ile sulanmış topraklara.

Şahlanıp dört nala koşturmak kıratımı; ala çalarken şevk ağaçlarında akşam güneşi…

Dualarda anılmak ve yükselmek basamak basamak…

Tevazu dolu bahçelerden geçerken hodfüruşluğun burnunu indirmek yere…

Karnımı ne kızıl elma doyurur ne ruhumu orakların sesi…

Sebeplerin gözlerinde parlayan bu tiksindirici zafer naraları, dilimizden dökülen hakikat nidalarında boğulsun.

Hayatın sıkleti içinde avare ve umutsuz istikbal bataklığına saplanmış mazi kelepçeleri ellerine geçirilmiş bahtsız kıtanın evlatları, bir yudum umuda bir parça inanca meftunlar.

Gerisin geriye bunca akıttığımız gözyaşı…

Zindanların demir parmaklıkları arasına sıkışmış parlak fikirler…

Denizin mavisini duvar boyalarında arayan masum gözlerin sahipleri…

Bereketli toprakları kurutulmuşlar, ey!

Ve ey enaniyet ağaları!

Sendeleyen yaşlı biri gibi mağrur ve ürkekler, ey!

Rüyaların gücü kadar dik ve dirayetli…

Kılıcımız kınında, fikirlerimiz peygamber turrasıyla mühürlü…

İnsanlığın var edilişinden beri birikmiş doğum sancısını içinde barındıranlar, ey!

Aziz, sadık ve cefakâr bir taife…

Vakit sarardı artık gözlerimde.

Yelkovan mı akrebi kovalardı; akrep mi yelkovanı; bilmem!

Çok geç anladım dilimin yandığını!

Hakla bâtılın sınırındaki dikenli tellerde cambazlık yaparken… Feyzime feyiz katar günümün keskin yamaçlarını törpüleyen tefekkür.

Ruhumda imbatlar estirir Nurlarla sadakat ahdi.

Bu kutlu sebebi halk edene teşekkürler…

Yoksa kim nasip ederdi böyle güzel bir bahtı.

Artık…

Uyan, Saadet Asrının fikr-i hür şanlı fedaisi…

Uyan ey bu kervanının ahalisi!

Uyan şeriattan tam ders almış neyyir-i hürriyet!

Uyan Zülfikar’ın nurlu şahs-ı mânevîsi!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*