İnsanın kendisini daha iyi kavrayabilmesi için, yalın bir iç yolculuğuna ihtiyaç duyduğu aslında aşikârdır. Bu hâl, insanı, “insan”a ulaştıran en yüce yollardan biridir. İşte böyle bir içe dönüş; aradıklarını akıl ve kalp süzgecinden geçirip, gerçek yol ve yönü tayin etmede yardımcı olan ve kararlılık ve gayret göstermemizi isteyen acip bir arayışın başlangıcıdır. Böyle bir yolculukta erişilen lezzette elem hâsıl olmuyorsa, doğru yol ve yeterli azık insanın yanında bulunuyor demektir. Böyle bir yolculukta, yolcunun yolun kullanım şeklini ve düzeyini doğru seçmesi, aynı zamanda azığın yeteri kadar bulunması lâzım gelir. Yani, yola gidene “yolluk” gerek. Bu çerçevede yol, insan olmayı öğretirken; yolluk, yolculuğundaki erzakı nasıl kullanması gerektiğini öğreten bir muallim görevi görür.
Biz de gecenin en derin ve sessiz bu saatinde göğü alarak sinemize, anlamaya çalışacağız. Düşündüm de “yolluk” ne demek diye. Nasıldır, nasıl vücut bulur, nasıl anlam vermek gerekir? Bu sorulara cevap aramaya başlarken sizleri çok yormadan tatlı tatlı anlatmaya gayret göstereceğiz.
Bildiğiniz gibi yolluk, koridorlara serilen, dar ve uzun halı, yol halısı olarak nitelendirilir. Ne işe yarar peki? Koridorun süslü ve güzel bir şekilde gözlere bakışını, tatlı tatlı gülüşünü sağlar. İnce ince işlenmiş nakışları, sanatçısının sanatının varlığını gösterir, öyle değil mi? Ne yapar peki? Mevsimin kışında, soğukluğu dengeler hissetmeseniz bile ve mevsimin yazında serinliği taşır kucağında… Peki, dünya âleminde göç ederken geçtiğimiz koridorlarda serilen yolluk neler olabilir hiç düşündük mü? Düşündüm de hiç düşünmedik. Belki de göçümüz zamanında, geçtiğimiz koridorlarda süslü ve müzeyyen bir çok yolluk vardır. Mesela buna dünya âlemindeki çiçekler, ağaçlar, dağlar, ovalar, sular, denizler yani tabiat diyemez miyiz? Önümüze, gözümüze ve gönlümüze bir yolluk gibi serilmiş olamaz mı? Yüce Allah her türlü nimeti, eşsizliği dillere destan bir şekilde tezahür ettirip, sanki kâinatı bir yolluk gibi sermiş olamaz mı bizlere? Düşünürsek gerçekten bir yolluk gibi serildiğini hissederiz ve anlarız.
Peki, yolluk başka neler olabilir? Başka bir mana yüklenmiş midir sinesine? Elbette vardır. Mesela, “yolculuk sırasında yenmek üzere hazırlanan yiyecek, yol azığı” olamaz mı? “Olur elbette” dediğinizi duyar gibiyim. Örnek verecek olursak; bir yerden başka bir yere sürekli veya geçici kalmak için mekânı değiştirmeye çıktığımızda, sarmalar, börekler, çörekler yaparız öyle değil mi? Peki, dünya yolculuğunda veya dünya yolcuğundan ahiret yolculuğuna giderken azığımız yok mudur sizce? Hadi birlikte düşünelim ve anlamaya çalışalım. Şöyle diyebilir miyiz: Bir yolculuktayız. Yolculukta, yolcu biz, yol biziz. Yol, zahmet ister, emek ister ve varmak ister. Yolcu ise vardığını görmek ister. Eğer öyleyse, bir azık, bir ev, bir aş gerekir. Peki, nerede olabilir bunlar? Birlikte bakalım istedim. Toprak, taş, su, demir ve hava diyebilir miyiz mesela? Biliyoruz ki azık olmadan yol gidilmez. Peki bu saydıklarımız var mı? “Evet” dediğinizi duyuyorum. Mesela toprak, kâinatın en mükemmel fabrikası gibi, ne ekersen, çekirdeğin fıtratı neye meyilli ise o oluyor, o yeşeriyor. Sebze veya meyve her türlü azık bu yolculukta mevcut. O zaman diyebiliriz ki bu yolculukta Yüce Allah, yol gidenlerine her türlü ihtiyacını yani yolluğunu, rahmeti gani bir şekilde ihsan etmiştir.
Peki, yolluğun başka bir anlamı daha var mıdır diye düşünsek acaba bulabilir miyiz? Bizce vardır. Mesela, yol masrafı olarak ödenen para, harcırah. Olamaz mı? Elbette olur. Bize verilen harcırahın yukarıda izahına gayret ettik. Ancak biraz daha açalım. Mesela bize takılan uzuvlar ve duyu organları, yol masrafı karşılansın diye verilmiş olamaz mı? Elbette olur. Peki, bu kadar ödeme var iken karşılıksız, bizden istenen ne olabilir? İşte tam burada Bediüzzaman Said Nursî’nin harika bir temsili karşımıza çıkmaktadır. Bu temsilde iki arkadaş yola çıkar. Ve padişahları her birine karşılıksız yirmi dört (24) altın vermiştir. Akıllı ve salih olanı, idareli ve doğru bir şekilde harcırahını kullanırken, diğeri sefahatte kullanır ve tek bir altını kalınca salih olan ona der ki:
“Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikàmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.”
Bediüzzaman, devamında: “Acaba, şu adam inat edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?” der. Ve yirmi dörtten bir altının sarf edilmesi elzem olan vazife “namaz kılmak” olarak geçmektedir. Düşündüm de gayet açık ve veciz bir şekilde anlatılmış. İşte tam da bu noktada, verilen yolluk veya harcırahı nasıl sarf etmek gerektiği karşımıza çıkmaktadır. Verilen o kadar ziyade ki, ne yaparsak, karşılığı bir can etmiyor madem, o zaman akıllı olup, Âlemlerin Padişahının bize verdiği altınları salim bir yol üzere kullanmak icap eder. İşte yolluk bundan çok önemlidir. Eğer dikkatlice bakarsak aslında yolluk, kâinat diyarının sultanı olan Yüce Allah’ın bir hediyesidir bizlere. Bu hediyeyi en yüce bir şekilde muhafaza etmek, kollamak ve ef’âlimiz ile göstermek şu dünya mezraasında yapacağımız en kazançlı ticarettir. Ve elbette armağan olarak lütfedeceği en yüce yer, Cennet-i A’lâ ise; böyle bir ticarete girmek, bire mukabil milyonlar verecek bir Padişahın sözünü kavramak ve bu yolculukta lütfedilen yolluk ve harcırahı doğru bir şekilde kullanmayı nasip etmesi yönünde dua etmek gerek.
İlk yorumu siz yazın