Nefsi musahhar memur eden ibadet: Oruç

Oruç ibadeti kişiye manevî feyizlerin kapısını açar. Açlık gibi görünen bu manevî ziyafet nefsimizi âdeta musahhar bir memur hükmüne getirir. Ramazan Risalesi’nin dokuz nüktesinden üçünün doğrudan nefse bakması cây-ı dikkattir. Mevzuun ehemmiyetini ve kıymetini izhar eder. Biz de bu yazımızda bu üç nükteye kısaca temas ederek istifade etmeye çalışacağız.

İçimizdeki düşman: Nefis

Üstadın “Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hatta mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor.”1 ifadesinden anlaşılacağı üzere nefsin yapısında kaidelere uymak yoktur.

Sınırsız özgürlük ister ve öyle olduğunu kabul eder. Tekliflerini de bu mantık üzerine bina eder. Serbestlik kavramında bir sınır olmadığından dolayı helâl veya haram anlayışı da yoktur. Onun dünyasında bütün nimetler sadece “ânın tadını çıkarmak!” için vardır.  Bu nazar terbiye edilmezse Nemrud ve Firavun örneklerinde olduğu gibi “mevhum rububiyete” kadar gider. Sonuçta da kendini ilâh zannedecek kadar ileri gitmekten çekinmez.

Nefse uymak insanı firavunlaştırır

Peki, nefsine en fazla uyan kimseler kimlerdir? Bu sorunun cevabında servet, iktidar ve gaflet kavramları kilit rol oynar: “Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar…”2 ifadeleri nefsine uyanları deşifre eder.

Genelde zenginlik arttıkça, makam yükseldikçe ve gaflet derinleştikçe nefse uymak kolaylaşır. Esbabını anlamak zor olmasa gerek. Kişi zenginleştikçe aynı Karun gibi “Bendeki bir ilim sebebiyle!” ya da belli makamlara gelen insanlar “Sınavları kazandım, ben hak ettim!” diyebilmektedir. Dikkat edilirse bu cümlelerde “ben!” merkezli anlayış vardır. Yani, kişi ne kadar sahip olduğu maddî ve manevî nimetleri kendinden bilirse o ölçüde Rabbinden uzaklaşacaktır.

Asıl mal sahibini görmeden, düşünmeden bu sayısız nimetlerden istifade etmek bir nevi hırsızlıktır. Nasıl ki hırsızlar, sahibinin rızası olmadan alırlarsa aynen öyle de bu gaflet kuyusuna düşmüş beşerin de her nimette sahibinin izin ve rızası olmadan istifade etmesi hırsızlıktır. Bu hırsızlık insanın hayvan mertebesine ve belki de hayvandan da aşağı mertebelere inmesine sebep olur.

İşte Ramazandaki savm tüm bu zincirleri kırmamıza imkân sağlar. İster zengin olsun isterse fakir olsun herkesin nefsi yaşayarak anlar ki nimetlerin gerçek sahibi bizler değiliz. Rabbim müsaade ederse istifade edebiliriz. Rabbimizin koyduğu kurallara riayet etmemiz bizlerin her konuda hür olmadığını, abd olduğumuzu daha iyi anlamamızı sağlar.

Ne muhteşem bir tecrübe değil mi? En basit gördüğümüz bir bardak suya, bir lokma ekmeğe bile Rabbimiz emir verene kadar elimizi uzatamıyoruz. Bu durum bizleri abd çizgisine getirirken “mevhum rububiyeti” de kırar. Artık insanın en küçük gördüğü su, ekmek gibi nimetlerde bile ihsan edeni görmeye başlaması hakikî vazifesine yani şükretmesine vesile olur.

Güzel ahlâk mukaddemesi: Oruç

Ramazan oruçları bize ahlâkımızı güzelleştirmek için verilmiş önemli bir fırsattır. Yanlış davranışlarda ısrar eden ve nefsine uyan beşer için temiz bir sayfa açmaya vesiledir.

Peki, bu fırsatın diğer zamanlarda yeterince farkına varamamızın sebebi nedir? Nefsimize uyarak gaflete dalmamız en ehemmiyetli esbap. Dikkat edilirse Ramazan ayı hepimiz için en fazla helâl dairesinde yaşayıp, haram dairesinden en fazla kaçtığımız aydır. Dolayısıyla en az nefsimizin isteklerine uymamız gaflet süremizi asgariye indirir.

Manevî terakkînin yolu maddiyatı asgariye indirmekle ve acziyetini düşünmekle olur: “Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez…”3

Gerçekten de vücudumuz çok zayıf yaratılmıştır. Saniyede milyonlarca hücrenin öldürülmesi ve aynı saniyede yeniden yaratılması, binlerce hormon sentezlenmesi, sayamayacağımız kadar biyokimyasal reaksiyonlar olması, gözle göremediğimiz bir virüse dünyanın en güçlü insanlarının bile mağlup olması üzerinde düşünüp ibret almamız gerekmez mi? Üstelik arz etmeye çalıştığımız bu maddelerden sadece bir tanesinin bile zamanında gerçekleşmemesi bizi ölüme götürecek bir vesile olabiliyor. Hal böyleyken kendimizin âdeta demirden yaratıldığını farz ederek ve sonsuza kadar burada kalacakmış gibi dünyaya saldırmak “akıllı!” insana yakışır mı?

Gaflet çukurları: Hırs, tama’, dünyaya şiddetli alâka ve muhabbet

Yakışmayan bu davranışların sebebi nedir? Sonu pişmanlık olduğuna göre aynı hatada niye ısrar ediyoruz? Bütün bu soruları Üstad Hazretleri şu şekilde yanıtlıyor: “Şedit bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez, ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır…”4

Hırs, tama, dünyaya şiddetli alâka ve muhabbet birbirine çok yakın içiçe geçmiş ve birbirini tetikleyen davranışlar olduğunu hatırlayalım. Tam bu noktada insan nefsinin ilgisini çeken iki husus üzerinde durmak lazım. Nefsimiz “lezzetli!” ve “menfaatli!” şeylere bağlanıyor. Yani, lezzet ve menfaat arttıkça nefse uymak kolaylaşıyor. Hazır lezzet ve menfaat beşeri cehenneme sürüklüyor. Sabredenler ise cenneti kazandığı gibi dünyadan dahi helal olması cihetiyle daha fazla lezzet alıyor. Sebebi de kendisini şefkatle terbiye eden Rabbini unutmaması.

İstikamet dersi: Oruç

“İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır- eğer gaflet kalbini bozmamış ise!”5

Üstad Hazretleri yukarıdaki pasajda oruçtaki açlığın insanın sadece bedeni değil, ruhu ve davranışı üzerinde yaptığı değişimi özetliyor. Oruç tutan, açlık vesileyle aczinin, fakrının ve zayıf yaratıldığının ister istemez farkına varıyor. Bu zayıflık küçük bir et parçası olan “mide” üzerinden verilmesi insana çok sayıda tefekkür penceresi açıyor.

Biyolojik ihtiyaçlarımız bizlere sadece maddî ders vermez. Aynı zamanda manevî pencerelerin de açılmasına vesile olur ki orucun kıymeti o zaman hakkıyla idrak edilir. Bizi seven, tüm hatalarımızı affeden, her an bizim için sayısız nimetler yaratan ve bu nimetlerden istifade edecek cihazatımızı ihsan eden Rabbimizi hatırlarız.

Bu kısa tefekkür bile nefsin firavunluğunu bırakmamıza sebeptir. Bu yükten kurtulmak bizi bu dünyaya gönderilmiş amacımız olan kulluk çizgisine getirir. Artık nefsine uyarak enaniyeti şişmiş, dikkafalı günahkâr kul gitmiştir. Yerine aczinin ve fakrının farkında olarak büyük bir iştihayla Rabbine sığınmak için sabırsızlanan kul gelmiştir. Bütün bu vetire hem insanın manevî şükrünün edasına hem de rahmet kapısını çalmasına vesile olur. Yeter ki gaflet tüm kalbimizi sarmamış olsun!

Hülâsa; Ramazan orucundaki açlık vasıtasıyla nefis terbiyesi başta olmak üzere pek çok manevî inkişaf tezahür ediyor. Bu manevî sofradan hakkıyla istifade etmek nefsin isteklerinin tersini yapmakla mümkündür vesselam…

Dipnotlar:
1) Mektubat, s.472.
2) Age.
3) Mektubat, s.473.
4) Age.
5) Age.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*