Sokrates: Amaçtır,
Mevlana: Kavuşmadır,
Schopenhouer: Kurtuluştur,
Nietszche: Bayramdır,
Heidegger: Anlamdır…
Bediüzzaman: “Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs’atli, sürurlu, ıztırapsız, bâkî bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.”1
“Korkmayın bulanık değil, nettir ölüm
Hayalden hâkikate hicrettir ölüm
Ölüler için nedir tarifi zor ya
Diriler için büyük ibrettir ölüm…”
Abdurrahim Karakoç
Evet ölüm;
En nihayetinde son.
Mutlak varış noktası…
Tarihin her devresinde anlam bulmaya çalışılan bir konu.
Tecrübesi ise ancak başkalarının başına gelinenleri ile bilinen bir hakikat…
Belki de en çok korkulan…
Peki!
Hazır mıyız?
Hazırlanıyor muyuz?
Ne durumdayız?
Sorular çoğaltılabilecek cinsten.
Biz ölümü istemiyoruz çoğunlukla, hele ki iyiysek her şey güzel gidiyorken ama ölümün bizden istedikleri var:
“Hazırlanın” çünkü başka bir âleme geleceksiniz.
Daimi bir âleme, ebedî bir varış yerine…
Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir.2
Ölüm de hayat gibi yaratılmış ve güzel bir nimettir…
İki kardeş.
Biri gelince diğeri istirahat döşeğinde.
Müthiş bir intizam, kâinatın yaratılmasından itibaren devam eden ve kıyamete kadar devam edecek olan bir düzen.
Üzülüyoruz, sorunlarla mücadele ediyoruz, anlıyoruz ki dünya karar kılınacak yer değil, ebedî rahata ermek başka bir âlemde.
Hayatın bize verdiği mesuliyetin bitmesi mükâfatın başladığı yerdir ölüm.
“Ölüm, insan-ı mü’mini zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna, huzur-u Rahmân’a götüren bir musahhar at ve burâk suretini alır. Onun içindir ki, ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler, daha ölüm gelmeden ölmek istemişler.”3
İman sahibi insanı dünya zindanından, cennetin bahçelerine, Rahman olan Rabbimizin huzuruna götüren vazifeli bir binektir ölüm. Bu sebepledir ki galiba ölümün her anlamda mahiyetini anlayan kemal ve fazilet sahibi insanlar daha ölüm gelmeden ondan korkmak değil sevmeye başlamışlar.
Elbette “tahkikî iman” sahibiysek ölümden korkulmasının bir manası da yok!
Geciktiremiyoruz, erteleyemiyoruz, bazen aheste bir edayla bazı vakit âni bir manevra ile yüzyüze geliyoruz.
Öyleyse hazırlanmalı, en güzel yerde en güzel amellerle karşılamalı… Başka da çözüm yok sanırım, gelmesi mutlak olan için…
“Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al!”4
Efendimizin “tedbirinizi alın” emrine istinaden amel-i salih sayımızı manası itibariyle arttırmalı, ömrümüzü boş, manasız, faydasız işlerle heba etmekten kaçınmalı, selâmetli olan iman ve istikamet yolunu takip etmeliyiz… Başka bir çözüm henüz bulunmuş değildir zira… (muhatabım nefsimdir)
Ölüm ya bütün dehşetiyle gelecek, ya da bilcümle güzelliğiyle ama eninde sonunda gelecek… Dehşetiyle gelmemek için elimizde çok güzel bir ömür var, nimet bilmeli ömrü ve çalışmalı.
Hayat-ı uhreviyemiz bu hayatımızla başlıyor. Ruhumuz bu âlemle yetinemiyor ve can sıkıntısı dediğimiz durum bununla da alakalı.
Halbuki ruhun da lezzet alacağı âlemde ölümle başlar ve ölüm güzel bir nimet olur…
Düşününce hiç ölmeseydik de sürekli yaşlılık hali devam etse?
İşte o zaman hayat dediğimiz şey tam bir musibet olacak…
Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.5
tebrikler hocam bize bir kez daha hakikati hatirlattiginiz için…