Bediüzzaman’ı nasıl tanırsın?

Asrımızın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî, son yüzyılın tarih, edebiyat ve din alanında; ağaç ve bitki kökleri, dallardaki yapraklarla, canlılardaki hücrelerle Allah’ın varlığını, sıfatlarını, şuunatını ve isimlerini ispat etmiştir.

Bediüzzaman; geçen asrın sahibi ve müceddidi Mevlana’nın yazdığı Mesnevî yerine, ahir zaman insanlarının anlayışına göre, Risale-i Nur eserlerini yazan, son asrın sahibidir.

Davasını, müsbet iman hizmeti kaidesine göre, müsait bulduğu her yer ve zamanda anlatmıştır.

Gerektiğinde bir çobana, gerektiğinde isyan etmiş bir tabura, gerektiğinde mahkeme reis ve heyetine, gerektiğinde mahpuslara, gerektiğinde devrin en büyük kumandanlarına davasını anlatmaktan çekinmemiştir.

Hayatının ilk senelerinde ne demişse neyi savunmuşsa, hayatının sonuna kadar da aynı şeyleri söylemiş ve savunmuştur. Yani hayatının üç devresinde de (Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said devreleri) aynı fikriyatı savunmuştur.

Daha 9 yaşında ilmî tahsiline başlayıp, 14 yaşında Resûlullah’ı (asm) rüyasında görüp, emsalsiz bir biçimde üç aylık tahsilini yaptığı yer olan Doğu Beyazıt’a giderek burada icazet alan ve sonuçta zamanın âlimlerinden “Bediüzzaman” lakabını alandır.

16 yaşında iken Bitlis ve Siirt civarında çeşitli yerlerde bulunup, daha sonra Siirt’in Tillo kasabasında bir kubbede inzivaya çekilen; 1890’lı yıllarda karınca ve arılardan örnekler vererek, hayvanlar âlemindeki cumhuriyetçilik ve demokrasiye vurgu yapandır.

Yine 16–17 yaşlarında iken Abdülkadir-i Geylanî Hazretleri’nden rüyada aldığı emir üzerine, Cizre’de aşiret reislerinden Mustafa Paşa’yı ikaz için, Cizre ve Mardin taraflarına giderek Mardin’de siyaset-i İslâmiye ve içtimaî meselelerle ilgilenendir.

1897 yılında Van Valisi Hasan Paşa’nın daveti üzerine Van’a giderek, Vali’nin konağında kalıp müsbet ilimlerle meşgul olan ve orada mükemmel şekilde bu ilimlerde bilgi sahibi olandır. Aynı zamanda o zamana kadar hıfzına aldığı 80–90 cilt kitabı, üç ayda bir ezberden devredip bilgilerini tazeleyerek, bu zamanın insanlarına yeni bir eğitim metodunu uygulamayla gösterendir.

1900 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanı Gladston’un gazetelerde çıkan beyanatı1 üzerine kendinin o zamana kadar elde ettiği bütün ilimleri, Kur’ân’ın hakikatlerine çıkmak için basamak yapmaya karar veren ve Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu bütün dünyaya Risale-i Nur’la, ispat eden ve gösterendir.

1907 yılının son aylarında Van’dan kalkıp “Din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı ve Arapça, Türkçe, Kürtçe tedrisat yapabilecek bir üniversitenin (Medreset’üz Zehra) Doğu’da kurulması için” İstanbul’a gelip, zamanın padişahı İkinci Abdülhamid ile görüşmeye çalışandır.

Bu çalışmalarında tımarhaneye konulan ve kendisini muayene eden doktorun “Bediüzzaman’da zerre miktar delilik alâmeti varsa, dünya yüzünde akıllı insan yoktur” dediği adamdır.

İstanbul’a bu ilk gelişinde, ilim sahasında görülmeyen bir harekette bulunarak, kaldığı yerin kapısına, “Burada her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz” levhasını asıp, âlimleri sual sormaya davet eden ve sorulan her soruya eksiksiz cevap verendir.

Ruhlara, Şeriat-ı Garra-i Ahmediye (asm) hakikatlerini nüfuz etmenin, en kısa, en zararsız, en zevkli yolunu, Risale-i Nur’a intisap ettirerek gösterendir.

Zamanımızdan yaklaşık 100 yıl önce meşrutiyeti, demokrasiyi savunan, bunların İslâm’a uygunluğunu insanlara her fırsatta anlatan ilk Müslüman din âlimidir.

Bediüzzaman, hakaik-i İslâmiye’ye dair ihtiyaçlara kâfi gelen ve başka eserlere ihtiyaç bırakmayan, imanı kurtarmanın, kuvvetlendirmenin ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu olan Risale-i Nur’u insanlığa hediye eden âlimdir.

31 Mart olaylarındaki yatıştırıcılık görevini yapan, isyan etmiş olan sekiz taburu itaate getiren, daha sonra olaylarla ilgisi olmadığı halde Divan-ı Harb’e verilen ve orada beraat ederek serbest bırakılan, mahkeme çıkışı dostları ile Beyazıt’a yürürken “Zalimler için yaşasın Cehennem” diye haykırandır.

Eski Said olarak, 1911’de Şam’a giden, Cami-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe2 ile İslâm Âlemi’nin dertlerini ortaya koyarak zamanımızda bile geçerliliğini koruyan, hâl çarelerini gösteren, hayatın içinden bir hizmet adamıdır.

Şam’dan geldikten sonra da Sultan Reşad’la beraber Rumeli seyahatine çıkan ve ona da kurmak istediği üniversitenin (Medreset’üz Zehra) planlarını anlatandır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1915’te Milis Kumandanı olarak Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışan, savaş anında, at üstünde muhteşem İşarat’ül İcaz tefsirini yazandır.

Bu savaş sonunda, 1916 yılında Ruslara esir düşerek iki yıl esaret hayatı yaşayan, 1918 yılında esir kaldığı Kosturma’dan 17 Haziran 1918’de firar ederek, dil bilmediği halde Varşova, Viyana ve Sofya üzerinden İstanbul’a tek başına gelebilendir.

13 Ağustos 1918’de ordu kontenjanından Dâr-ül Hikmet’e üye olan ve orada iken Sultan Vahdettin tarafından Mahreç3 ünvanını alandır.

1920’den itibaren İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” kitabını neşrederek mücadele eden, 1921’de Anglikan Kilisesi’nin sorularına susturucu ve ikna edici cevaplar veren, aynı zamanda Kuvay-ı Milliye hareketini destekleyendir.

Bütün bunlara karşı, 1922’de zamanın yöneticileri tarafından İstanbul’dan Ankara’ya davet edilen ve 9 Kasım 1922’de kendisine Meclis’te hoşâmedî (hoş geldin merasimi) yapılan kişidir.

Daha sonra 19 Ocak 1923’te Meclis’te milletvekillerine hitaben bir beyanname neşrederek namaz kılan milletvekili sayısının artmasına sebep olan ve bunun üzerine o zamanın yöneticileriyle ters düşen ve hizmet için kendisine yapılan bütün teklifleri reddederek Van’da inzivaya çekilendir.

Bediüzzaman, 1925 yılında Şeyh Said olayı bahane edilerek Van’dan Burdur’a sürgün edilen ve oradan da Barla’ya gönderilen ve orada ikinci Said devresine inkılâp edip Risale-i Nur külliyatının telifine başlayan kişidir.

Böylece zamanın tek parti hükümetleri tarafından sırasıyla 1952 yılına kadar yaklaşık 27 yıl sürecek Eskişehir, Denizli, Afyon ve İstanbul mahkemeleri, karakollar, sürgünler, gözaltılar, hapishaneler ve zehirlenmeler sürecinde davasını savunan ve her birisinde yüzünün akıyla sonuçlar çıkaran büyük din âlimidir.

Bediüzzaman, dokuz yaşında ayrıldığı köyü Nurs’a bir daha dönemeyen, anne ve babasını dünya gözüyle göremeden ahirete irtihal eden, tam manasıyla bir ‘gurbet adamı’dır.

İlahî bir lütuf olarak, çok zeki bir yaratılışa sahip olan; bir defasında iki bin beş yüz alternatifli bir ihtimal hesabını iki saat zarfında zihninden hesap edip çözen4, gençlik yıllarında giriştiği bir münazaradan sonra misafir kaldığı ev sahibine dert yanarak; “Acem Ağa, bu adamlar benimle münazaraya girişiyorlar. Vallahi azim ben, yerden ta asumana kadar, buğday taneleri birbirine binip eklenseler, kaç tane edeceğini zihnim de hemen bulup çıkartabilirim”5 diyen adamdır.

Bediüzzaman, son asırda Sünnet-i Seniyye’yi en iyi yaşayanlardan biri ve neşrettiği Risale-i Nur eserleri ile, bu eserleri okuyanlara sünnet-i seniyyeyi öğreten ve yaşatan en iyi bir öğretmendir.

Yediden yetmişe, kadın erkek, işçi memur, hizmetli profesör, doğulu batılı, her türlü ırktan insanı aynı potada, iman ve Kur’ân hakikatleri potasında eriten son asrın sahibidir.

Özetle, bu zamanın Türkiye ve Dünya çapında huzurun ve sulhun reçetesine sahip Garibüzzamanı ve Bediüzzaman’ıdır.

23 Mart 1960 Çarşamba, Ramazan’ın 25. günü, gece saat 03.00 civarında bu fani âleme veda eden, fakat 12 Temmuz 1960 Salı günü mezarı açılan ve naaşı çıkarılarak askerî bir helikopterle meçhul bir istikamete götürülerek farkında olunmadan vasiyeti yerine getirilen, gerçek gelecekten haber verendir.

Allah, bizleri onun yolundan ayrılmayanlardan eylesin.

37Resimleyen: Beyza Uçar

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*