Helâlden kendini çekme!

Oldum olası böyleydi. Çocukluğunda bile kimseyle konuşamazdı. İçine kapanık olduğu gibi, aynı zamanda hırçındı. Kendini ifade edemediği zamanlarda hep böyle olurdu. İnsanlara saldırarak kendini savunmaya çalışırdı. Karşı cinsten birisiyle hiçbir zaman iletişim kuramazdı.

Kızlar onun hep çekingen ve hırçın tavırlarıyla dalga geçerdi. Bu yüzden onlardan nefret ederdi. Çevresinde gördüğü kötü evlilikler, onun kızlara olan öfkesini artırıyordu. Öyle ki, bu öfkesi yüzünden ailesinin fertleriyle dahi geçinemiyordu. Kız kardeşleriyle sürekli kavga eder, onların her şeyine karışma hakkını kendinde görürdü. Ailesi mutaassıp bir yapıya sahip olduğundan dolayı, onların bu koruyucu tutumlarının da etkisi oluyordu. Keza, o da ailesi gibi yapmaya çalışıyordu.

O, Allah’ın, fıtratında yerleştirdiği şehvet duygusunu bilinçaltında baskılayıp, bir savunma mekanizması geliştirmişti. Kızlara duyduğu öfkeyle bu duygusunu ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Dinin emrettiği vazifeleri harfiyen yapmasının yanında, takva adına helâl kıldığı şeylerden dahi uzak durmaya çalışıyordu.

“Kendimi haramdan daha çok korurum” düşüncesiyle İmam Hatip Lisesi’ni ve İlahiyat Fakültesi’ni okumuştu. Hatta dindar bir kızla da evlenmişti. Fakat bu kadar dikkat etmesine ve karşı cinse olan öfkesine rağmen, kendini harama bakmaktan bir türlü alıkoyamıyordu. Lise ve üniversitede sırf harama baktığı için evlenmişti oysaki. Evlenmesine rağmen nefsine bir türlü söz geçiremiyordu.

Bu yüzden, eşine de hayatı zindan etmişti. ‘Etraftaki herkes öyle’ düşüncesiyle, eşinin evden çıkmasına bile izin vermiyordu. Hiç kimseyle konuşturmuyor, kimse onu görmesin diye eşinin çarşaf giymesini istiyor ve ona baskı yapıyordu. Evde dahi eşinin kıyafetinin kolunu kıvırmasına kızıyordu. Bu yüzden evde sürekli kavga çıkıyordu.

Bir kadının bulunduğu ortama girmekten ödü kopuyordu. Sanki her an kötü bir şey yapacakmış gibi hissediyordu. Bu durum gün geçtikçe onun vicdanını daha çok rahatsız ediyor, adeta bir şey içini kemiriyordu.

Artık, ibadetlerinden de lezzet almamaya başlamıştı. Kendini o kadar çok günahkâr hissediyordu ki, Rabbinin huzuruna çıkmaya yüzü yoktu. Bir zaman sonra namaz kılmayı da bırakmıştı. Vicdan azabını dindirmek için, bir gün bir arkadaşıyla içki bile içmişti. Daha ne yanlışlar yapmıştı da söylemeye dili varmıyordu.

O dikkat etmeye çalıştıkça, sanki bir bataklık onu içine çekmeye çalışıyordu. Günah bataklığına dalmıştı. Silkindikçe daha da dibe çöküyordu.

Yaşadıklarını birine anlatmalıydı. Ama bu durum kime, nasıl anlatılabilirdi ki? Bunun nasıl bir çaresi olabilirdi? Bir şeyler yanlış gidiyordu, ama yanlış olan neydi? Artık sadece kendine değil, çevresine, özellikle de eşine zarar veriyordu.

Aklına bir dostu geldi. Çocukluğundan beri bütün sıkıntılarını, dertlerini ona anlatırdı. Dostu da onu dinler, derdine derman olmaya çalışırdı. Ama bu durumundan ona hiç söz etmemişti. Nasıl karşılayacağını bilmiyordu. N’olursa olsun,  bu derdini de anlatmalıydı ki, çaresi varsa söylesindi. En sonunda olan bitenin hepsini dostuna anlatmaya karar verdi. Dostu onu başından sonuna kadar dikkatlice dinledi. Onu yadırgamadı. Merhamet ve şefkat elini uzattı. Ona bir kitap verdi. Bunu okursa bütün sorularının cevabını bulabilirdi. O da dostunun tavsiyesini dinleyip hemen okumaya başladı. Daha sonra dostu konuşmaya başladı.

“Bak dostum. Bu asrın imtihanı, haramın helâl şirinliğinde gözükmesidir. Meşru olmayan şeyler insanı pervane gibi etrafında döndürüyor. Bu tuzağa biz dindar insanlar dahi düşebiliyoruz. Fakat burada senin sıkıntın, helâli dahi kendine haram yapmandır. Evet, takvalı olmak için yapıyorsun, fakat bu durum seni harama daha çok sürüklüyor. Helâl daire keyfe kâfidir, harama girmeye hiç lüzum yoktur, demiş Üstad. Ayrıca takva, günahlardan çekinmek ve Allah’ın emirlerine uymaktan ibarettir. Bu zamanda farzları yapan, büyük günahları işlemeyen kurtulur. Bazen salih bir ameli işleyelim derken, vacip olanı terk ediyoruz. Hâlbuki bir vacibi yapmak, çok sünnetlere karşılık sevabı vardır. Hayatımızda farz, sünnet ve amel-i salihi belli bir sıraya koymazsak her şey karışır ve Allah muhafaza yanlış yollara düşebiliriz. Allah şehvet duygusunu hepimizin fıtratına yerleştirmiş ve bir sınır koymamış. Biz Kur’ân ve sünnet çerçevesinde hayra, doğru yöne yönlendirmeliyiz. Yoksa kendimizi aşırılıklardan kurtaramayız. Hayatın zevkini, rahatını ve lezzetini istiyorsak helâl dairedeki keyif ile yetinmeliyiz. Bunun için de sürekli zihnimizi Cenab-ı Hakk’ı tanımak ilmiyle meşgul etmemiz lâzım: ‘Ben ne yaparsam O benden razı olur?’  Her an bu sorunun zihnimizde olması gerekiyor.”

“Bu yüzden sana verdiğim Sözler’i sürekli okuyup anlamaya çalış dostum. Bu hakikatleri hayatımıza geçirmekle yükümlüyüz. Benim sana anlattığım şeyler, en güzel şekilde orada anlatılıyor. Hem aklı, hem kalbi, hem ruhu tam tatmin ediyor. Bu ahir zamanda kendimizi başka türlü muhafaza etmenin çaresi yok. İman ve Kur’ân hakikatlerinden bahseden bu kitaplar her daim yoldaşımız olmalı.”

Çok etkilenmişti dostunun konuşmalarından. Bu kitaplarda onun bahsettiği hakikatlerden çok daha fazlası vardı. Hissediyordu. Sözünü tutup hemen okumaya başlamıştı.

Aman Allah’ım! Bu da neydi? Sanki bütün sorularının cevabı vardı. Herhâlde bu sıkıntıyı onun gibi yaşayan başkaları da olmalıydı ki bu eserler yazılmıştı. Okudukça daha çok okumak istiyordu. Bu kitapta derdinin dermanı vardı. Buraları okuyunca ferahlamıştı. Bataklıktan çıkmış, derdine dermanı bulmuştu. Üstünden büyük bir yük kalkmıştı. Dostuna gidip, “Allah senden razı olsun. Zahmetten, meşakkatten, sıkıntılarımdan, dertlerimden kurtuldum” dedi.

Aziz Okuyucu;

Bu hikâyecikte bahsettiğimiz şahıs bir kadın da olabilir. Sair şeyleri siz kıyas edebilirsiniz. Bu hikâyeyi yazarken, aslında günümüzde çoğu kişinin yaşadığı olayları basitleştirerek anlatmaya çalıştım. Oradaki psikolojik tahlilleri, zeki muhataplar olduğunuz için sizin zihinlerinize havale ediyorum. Sağlıcakla, helâl dairede kalasınız inşaallah.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*