Kemerleri bağlayın Avrupa’ya gidiyoruz

Merhaba pek kıymetli okurlar, bu yazımı sizlere Avrupa semalarından yazıyorum. Boşuna Çedile Avrupa’da demedik ya! Gerçekten Avrupa’dayım. Yani henüz yere inmiş değilim, ama olsun. Hatta tam şu anda Budapeşte’nin üzerindeyim, eee noldu şimdi, nasıl geldim ben buraya? Heemmen açıklıyorum. Efendim şöyle ki; bundan yaklaşık olarak bir sene önce, muhtemelen bir sınav haftasında, ani bir kararla Erasmus başvurusunda bulundum. Ve beklemeye başladım. Hayâllerimde bir başıma Norveç’e gitmek ve yeni maceralara atılmak vardı. Artık metrobüsten daha ilginç ulaşım araçlarına binmek, Yenibosna’dan daha heyecanlı sokaklarda yürümek istiyordum. Bir takım ingilizce sınavları sonrası uzun bir bekleyiş başladı. Ben de bu sırada başvuru yaptığımı unutmuştum zaten. Şaka şaka hiç aklımdan çıkmadı, yatıp kalkıp “Acaba kazandım mı, acaba gidebilecek miyim?” diye düşünüyordum.

Ve fark ettiyseniz, buraya kadar kimseden izin almış değilim. Yahu insan bi ailesine sorar, rızasını alır… Yok! Kendimce her şey kesinleşene kadar kimseyi ayağa kaldırmamalıyım diye düşündüm. Aileme de uçağa binerken haber verdim xrshgsehxj. Yok canım, olur mu öyle şey, sınav sonucum açıklanınca haber verdim aileme ve rızalarını aldım tabiî ki. Kazanmıştım! Şimdi geriye sadece her şey kalmıştı.

Açıkcası, başvuru yapmadan önce bu kadar belge hazırlamam ve koşturmam gerekeceğini bilseydim asla böyle bir işe kalkışmazdım. Çünkü canımdan can, ömrümden ömür, akbilimden bakiyeler gitti… İlk işim pasaport çıkartmak oldu tabiî ki. Bin milyar tane belge çıkartıp tüm devlet kurumlarını kapı kapı dolaştıktan sonra okulumdan kötü bir haber aldım. Derslerim Norveç’teki okulun dersleriyle uyuşmuyordu! “Nasıl olur böyle bir şey, ne yapacağım şimdi?” diyerek ağlamaya başladım. Çünkü, sevgili Keçeli, kalacağım evlere bile bakmıştım, yurdumun arka mahallesinde Volda Merkez Camii vardı. Hatta bir keresinde yurt için araştırma yaparken annemle aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

Ç: Anne bak bu evde buzdolabı da varmış!

A: Ne gerek var buzdolabına, poşetleri camdan çıkartsan donar zaten…

Bu diyalogdan da anlayabileceğiniz üzere Annem Norveç’e gitmemi istemiyordu. Çünkü hava soğuk olurmuş. E haklı kadın, soğuk olur. Ama olsundu, ben istiyorumdu. Ne yazık ki, derslerimi eşleyemediğim için, üstelik okulların başvuru süresi çoktan geçmesine rağmen, başka bir ülke ve okul seçmek zorunda kaldım. Seçeneklerimiz arasında Çek Cumhuriyeti ve Polonya vardı. Ben Çek Cumhuriyeti’ni seçtim.

Evet bu kısımda Çek’le alâkalı tüm laf oyunlarınızı ve esprilerinizi söyleyebilirsiniz. Yeterince kötü şakaya maruz kaldığım için ben hızlıca geçicem, ama siz kendi kendinize söyleyip gülün. Hatta biraz daha gülmeniz için size şu bilgiyi vereyim, Çek Cumhuriyeti’nin adı yakın bir zamanda Çekya olarak değişti. Evet bildiğimiz “Çekya” Hadi hadi durmayın “çekyat shhahaha” diye dalga geçin. Ben de biraz bulutları izleyeyim o sırada.

Heh geldim, birazcık yeryüzü görünmeye başlamış.

Yeni okulumu seçip başvuruda bulunduktan sonraki işim de vizeye başvurmaktı, ama ben Her İşini Son Ana Bırakanlar Kulubü Yönetim Kurulu Başganı olduğum için bu işimi de son ana bıraktım ve vizeye biraz geç başvurdum. Neyse ki -ayy uçak döndü- başvuru tarihimden 1 hafta sonraya, Aralık’ın 3’üne randevu vermişti. Arkadaşlar tam şu an alçalmaya başladık. Aşırı heycanlı! Daha heyecanlı olansa binbir zorluğu atlatarak topladığım belgelerimle Aralık’ın 3’ünde saat 09:00’da Çek Konsolosluğu’nun kapısında donarak tam 1 saat beklemekti… Ama bir türlü ismim çağırılmıyordu. 1 saati geçince “Bu işte bir terslik var” deyip mailimi kontrol ettim ve sürpriiiz! Randevum Aralık’ın değil Ocak’ın 3’ündeymiş!!! Ve böylece randevuma 1 ay önceden giderek geç kalma ihtimalimi 0’a indirdim. Bir ay o kadar hızlı geçti ki, sanki gerçekten Ocak’ın 3’üne kadar kapıda beklemiş gibi kendimi yine Çek Konsolosluğu’nda buldum.

1 yılı aşan uzun ve karmaşık (öyle ki bazı kısımları beynim silmiş) koşturmaların sonunda, çok şükür ki bir aksilik çıkmadan uçağa binebildim. Bu süreçte bana asla yardımcı olmayan, hatta “Nee Avrupa mı? Kızım ne yapacaksın yabancı memleketlerde bir başına, kim bilir başına neler gelir, canından mı olursun, malından mı olursun, bak bizim bacanağımızın eltisinin başına böyle böyle olaylar gelmişti, ağlayarak geri döndüler, haberlerde gördüm iki tane öğrenci gitmiş de dönememiş” diye beni darlayan, aklımın ucundan bile geçmeyen felaket senaryolarının korkusunu içime salan düşüncesiz mahluklara teşekkür etmiyorum! Saçma sapan işler yapmayın! Beni de kızdırmayın! Ama biliyorum sevgili Keçeli, sen öyle bir insan olmayacaksın. Sana hayatındaki heyecanlı gelişmeleri anlatan insanlara destek olup dua edeceksin.

Giderken helallik isteyemediğim ne kadar eş dost okuyucu varsa hakkını helal etsin. Bir daha böyle bir işe kolay kolay kalkışmam bence. Çünkü kalmak, kalanlardan helallik istemekten bin kat kolay. Otururum oturduğum yerde daha iyi. Zaten ne cesaret böyle bir işe kalkıştım bilmiyorum. Allah’ım ne yaptım ben! Neyse, artık bir yola girdik, dönmek yok. Bakalım gerçekten de Avrupa’da yayalara yol veriliyor muymuş. Siz hiç merak etmeyin Keçeliler, Çedile Hanım bu duyumu bizzat yerinde inceleyecek ve sizleri bilgilendirecek. Evet lütfen kemerlerinizi bağlayın, inişe geçiyoruz!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*