Şeytan: Yahu! Benim suçum ne?

Şeytan niye böyle bir şey desin, dediğinizi duyar gibiyim. İnanamayacaksınız, ama şeytan haklı. Bu sefer gerçekten şeytanın bir suçu yok. Ramazan Ayı’nda bildiğiniz üzere şeytanlar zincire vuruluyor.1 Yani onlar yüzünden günah işlememiz mümkün değil. Peki o zaman bu kadar günahın kaynağı nerden geliyor? Bütün suçu hep şeytana atacak değiliz ya!

Ramazan Ayı mübarek bir ay olduğu hâlde pek çoğumuzun kusurları, hataları, yanlışları oluyor. İnsanın günah işlemesinin pek çok sebebini bulmak mümkündür. Yalnız ben özellikle iki yönüne değinmek istiyorum. Biri sebep boyutu, diğeri hikmet boyutu. Yani öncelikle insanî yönüne bakacağız (ki asıl konumuz bence burası), sonra Rahmânî tarafına yöneleceğiz.

Ramazan Ayı’nda şeytanlar bir yere bağlanıp, onların insanlara vesvese vermesi yasaklanıyor. Fakat insanın his, heves ve nefsi bir yere bağlanamıyor. (Nefsi gemlemekle bağlayan ve terbiye edenler bahsimizden hariçtir.)

Allah’ın emrettiği ve yasakladığı emirler Ramazan Ayı’nda daha bir ehemmiyet arz ediyor, insanın mesuliyeti artıyor. Aslında insanların mantıken günahlardan daha fazla uzak durması gerekir. Lâkin çoğu kez işlenen günahlar mantıklı bir sebep tahtında işlenmez. His, heves, vehim ve nefsin akla galip gelmesinden sebep işlenir. Burada o insana ‘neden bu günahı işledin?’ diyemiyor, ‘nefsine mağlup olmuş’ diyebiliyoruz.

Akıbeti görmeyen kör hissiyat, cüz’i bir lezzet için ileride verilecek mükâfata karşılık hevesinin isteğini tercih edip, kendini azaba müstehak hâle getirir. İnsan bir üzüm tanesi yiyip yüz tokada kendini mecbur eder. Cüz’i iradesini kontrol altına almadığı için hem bu dünyasını hem ahiretini mahveder.

Ramazan-ı şerifte insanın günah işlemeye devam etmesi, oruç ibadetinin ruhunu anlayamamasından kaynaklı da olabilir. Sadece mideye bir açlık vermek suretiyle tutulan oruç; his, heves, nefse tutturulmayınca kalp, sır, ruh, akıl gibi latifeler ve diğer duygular hakikî vazifelerine yönelemez. Mide tatile girdiği hâlde maalesef nefis, diğer âzâları kendiyle meşgul edip onların mahiyetini karartır.

Oruç ibadetinin ruhu ihlâstır. İhlâs ise, yapılan amelin sırf Allah rızası için yapılmasıdır. Allah rızası gözetilerek yapılmayan amelin neticesi psikolojik, fizyolojik, sosyolojik pek çok problemi karşımıza çıkarır. İnsan, oruç ile melek gibi bir hâle dönmesi gerekirken aç bir canavara dönüşebilir. En ufak bir sıkıntı, maalesef kişinin sinirlerini bozup saldırganlaşmasına sebep olabilir.

Ramazan Ayı’nda oruç tutup o hâletin gereği gibi amel edemeyen ya da hiç oruç tutmayan insanlarda öz denetim sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Psikolojik bir deneyi anlatarak bu meseleyi daha iyi izah edebiliriz.

İki grup çocuk ayrı odalara götürülüyor. A grubundaki çocuklara, bazı oyuncaklarla oynamamaları gerektiği, eğer oynarlarsa çok ağır bir ceza verileceği söyleniyor. B grubundaki çocuklara da bazı oyuncakların yasak olduğu, eğer oynarlarsa daha hafif ceza ile cezalandırılacakları söyleniyor. Bu deneyde gözlemledikleri şey; A grubundaki çocuklar, oyuncaklarla hiç oynamazken B grubundaki çocuklar özellikle yasaklı oyuncaklarla oynuyorlar. Daha sonra bütün oyuncaklarla oynayabilme özgürlüğü veriliyor. Bu sefer gözlemlenen şey; A grubu özellikle önceden yasaklanan oyuncaklarla oynarken, B grubu o oyuncaklarla hiç oynamıyor. B grubundaki çocukların ikinci deneyde iç denetimle oyuncaklara yaklaşmadıkları, A grubundaki çocukların ilk deneyde oyuncaklara dış denetimle yaklaşmadıkları sonucuna varılıyor.

Bu deneyden ben kendi âlemimde şöyle bir neticeyi çıkarıyorum. Eğer bir insan hep dış kontrollerle kendini denetim altına almayı öğrendiyse (mesela toplum baskısı, anne-baba korkusu gibi) bu denetim mekanizmalarının olmadığı yerlerde çok rahat günah işleyebilir. Eğer insan bir yanlışı yapmamayı kendi âleminde içselleştirip bunu anlamlandırırsa, (mesela Allah’ın rızasını kazanmak asıl gaye olursa ya da ahlakî açıdan doğru bulursa) bu sefer nerde olursa olsun o günaha meyletmez, serbestçe işleyeceği ortamda bile kendini kontrol edebilir, hatta bir zaman sonra bunu kontrol altına alma ihtiyacı dahi hissetmez. Çünkü zaten bu ahlâk onun ruhunda yerleşmiştir.

Melek gibi olmamız mümkün değildir. Çünkü makamımız sabit değildir. Cenab-ı Hakk’ın insanın fıtratına koyduğu kanun buna engel olmaktadır. İnsanın hamuru aczle, noksanlıkla yoğrulmuştur. Yani Cenab-ı Hak, insanı yaratırken günah işleme potansiyeliyle yaratmıştır. Daha sonra insanoğlunu imtihan meydanına göndermiştir. Hz. Ebubekir gibi elmas ruhlarla Ebu Cehil gibi kömür ruhlar böylelikle birbirinden ayırt edilmiştir. Allah, fıtrata bıraktığı kuvvelere sınır getirmemiş, sadece Kur’ân ve Sünnet ile yol göstermiştir. İnsan, istidatlarını hayra kullandığı nispette kemâlâta vasıl olup âlâ-yı illiyîne kadar yükselmiş, günahlara meylettiği müddetçe esfel-i safiline düşüp aşağılara yuvarlanmıştır.

İnsan, Rabbine verdiği sözleri çabuk unutur. Derler ya, insan nisyandan gelir. İnsan kelimesinin köküne baktığımız zaman ‘unutmak’ fiilinden türeyen ‘unutan’ bir varlık olduğunu görürüz. İlginçtir, insanın insana verdiği sözler kolay kolay unutulmaz da, insanın Yaratıcı’sına karşı verdiği sözler çabuk unutulur. Bu, günah işleme özelliğiyle yaratıldığımızın ispatı gibi.

Aslında dünyamızda en çok neyle meşgul oluyorsak diğer şeyler ikinci plana atılıp unutuluyor. Dünyayla, haram zevk ve eğlencelerle, derd-i maişetle sürekli meşgul olan bir zihin, ukbaya ait emirleri hatırlayamaz. Ahiretine ciddi çalışamaz. Böylelikle Allah’ı da unutur. “Allah’ı unutanlar gibi olmayınız ki, Allah da onlara kendi akıbetlerini unutturmuştur”2 âyetinin nehyine ve azabına mazhar olur.

Hayatının temel gayesi Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak olan bir insan, her an O’nun huzurunda olduğunu bilerek davranır. Zihnini O’nu tanımaya yönelik mülahazalarla, tefekkürlerle doldurur. Kalbini O’nu sevmeye yönelik muhabbetlere açar. Kâinatı öyle okur. Her şeyde O’nun izini, özünü, yüzünü görmeye çalışır. En sevgili kulunun sünnetine ittiba etmek için çaba gösterir.

Günahlarından dolayı korkar, tövbe eder, ama ümitsizliğe asla düşmez. Çünkü bilir ki, bu günahlar olmasa âcizliğini, fakirliğini, noksanlığını, ihtiyacını tam hissedemez. İyiliklerinden dolayı fahre girmez, gurura kapılmaz. Çünkü bilir ki, yapan o değildir. Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği güzelliklerden dolayı şükreder, şakir olur. Korkuyla ümit arasında bir yerde durur. Şerrin önünü kessin diye daima tövbe ve istiğfar eder, hayrın elini uzatsın diye her daim dua ve tevekkül eder.

Ne mutlu o bahtiyar kullardan olanlara!

Dipnotlar:
1) Kütüb-i Sitte, Hadis No: 3113
2) Haşr Sûresi: 19

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*