Pandemide ne oldu bize?

Her şey Korona Virüsü önlemleri kapsamında alınan evden çalışma, uzaktan eğitim gibi kararların ‘aşırı tehdit’ ya da ‘tatil’ gibi algılanmasıyla başladı. Nihayetinde tatil, çalışan tüm bireylerin içerisinde bulunduğu yoğun iş temposu sebebiyle beklediği ve arzu ettiği bir zaman dilimi. Her ne kadar, ülkemizde virüsün kendisini göstermesi bir kriz durumu olsa da, evlerimize çekilmek de birçoğumuz için kulağa oldukça güzel gelen bir eylemdi.

Öte yandan henüz sokağa çıkma yasağının gündemde olmamasına ve hatta okulların tatil edileceği kararı bildirilmemesine rağmen, içinde bulunduğumuz kriz durumunun gelecekteki olası senaryolarına yönelik, yüksek kaygı ve endişe duyguları ile evine stok yapma eylemine geçen birçok insan da oldu.

Derken kısa bir süre sonra stok davranışı azaldı. Çünkü olacağı düşünülen sokağa çıkma yasağı senaryosu gerçekleşmemişti. Sosyal medyada herkes, “Evde bulunduğumuz süreçte neler yapabiliriz?” başlığı altında bir anda çeşitli öneriler paylaşmaya başladı. Bu süreçte çeşitli organizasyonlar da imkânlarını ücretsiz bir şekilde halka açtı. “Evdeyken hangi müzeleri gezebiliriz, hangi filmleri izleyebiliriz, hangi kitapları okuyabiliriz?” şeklinde ucu bucağı olmayan önerilere boğulduk.

Derken birçok uzman, “Bu dönemle nasıl başa çıkabiliriz?” adı altında videolar ve yazılar paylaşmaya başladı. Sanki herkes yaşamının bir bölümünde böylesine bir süreçten geçmiş de bu konuda bir tecrübesi varmış gibiydi. Tabiî ben böyle olduğunu varsayıyorum. Uzmanlar ne ara böyle bir dönemle ilgili tecrübe edinmişti de herkese akıl dağıtmaya başlamıştı? Veya bu uzmanlar da insan değil miydi? Onlar ne ara bu durumla başa çıkabilir oldular?

Bu süreçte, süreç ile ilgili yapılan tonlarca mizahı saymıyorum. Sahi, kriz anlarında yapılan mizahın, psikoloji literatüründe manik bir savunma olarak adlandırıldığını biliyor muydunuz? Yani bir nevi durumla başa çıkabilmek için mizaha başvurmak suretiyle, güçlü pozisyonda olmaya çalışma hâli diyebiliriz.

Zaman geçtikçe ve vaka sayıları paylaşıldıkça insanlar durumun ciddiyetine daha çok varmaya başladı. Elbette her insan bu süreci aynı şekilde karşılamadı. Her olayda olduğu gibi. Kimisi “Amaan ne virüsü ya, abartmayın!” derken kimisi “Eyvah! Ne yapacağız?” düşünceleriyle boy gösterdi.

Esasında bu iki kişinin aynı düzeyde kaygı derecesine sahip olabileceğini söyleyebilirim. Sadece, bu iki insanın kaygı düzeyini yansıtma hâli birbirinden farklı. Zira, bu tür kriz dönemlerinde beklediğimiz sağlıklı yaklaşım; yeterli düzeyde korkmak veya endişe duymak -ki bu hayatta kalabilmemiz ve kendimizi koruyabilmemiz için gerekli bir duygu mekanizmasıdır- ve mevcut durumu zorlanarak da olsa kabul ederek, “Bu süreçten en az zararla nasıl çıkabilirim?” düşüncesinde olma durumudur.

Yine bu süreçte, paylaşılan öneri okyanusu içinde, daha çok depresif konuma giren ve kendini yetersiz hisseden bireyler de türedi. Sosyal medyada en havalı, en mutlu hâllerimizi paylaşırız, göstermek istediğimizi gösteririz. Zorluk içinde olduğunu, süreçte yaşadığı olumsuz hisleri paylaşan kişi sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle kendini yetersiz hisseden insanlar, yalnız olmadığını hissedecek yeterli paylaşıma da denk gelemezler.

“Herkes bir şeyler paylaşıyor, herkes bir şeyler deniyor, herkes yeni hobiler ediniyor, ben neden yapamıyorum?” sorusu birçok zihinde yankılandı, fakat birçoğunun bunu dile dökecek cesareti de yoktu. Zira insan beyni, her ne kadar her zaman en olumsuza odaklansa da, kendisini yetersiz hissettirecek veya yetersiz olarak görülecek izlenimlerde bulunmaktan kaçınır.

Elbette bu süreçte bir spektrumda olduğumuzu varsayarsak, her insan spektrumun farklı kısımlarında konumlandı. Kimisi süreci daha endişeli geçirirken kimisi daha soğukkanlıydı. Fakat yaşadığımız süreç global bir sorundu ve önce bu hâli kabul etmemiz gerekiyordu. Acziyet hâlini…

Hayatta her zaman başa çıkamadığımız anlarda, çeşitli bastırmalar/savunma mekanizmaları kullanırız. Bunu çoğunlukla biz farkında olmadan bilinç dışı olarak yaparız. Ve beynimiz her zaman en olumsuz senaryolara odaklanır ve sorunu olduğundan daha çok büyütebilir. Fizyolojik olarak da bunları yaşıyor olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Böylesine global bir sorunda, herkesin öneri peşinde koşmasını bir çeşit bastırma mekanizması olarak yorumlayabiliriz belki de. Kimisi için bir şeyler öneriyor olmak, bu süreçte faydalı veya üretken bir insan olma hissini veriyor olabilir. Zira, bir yandan bunları yapamıyor olmak oldukça insanî bir durum ve bu normal hâli kendimize hatırlatmamız gerekiyor. “Normal nedir?” diye sorarsak belki işin içinden çıkamayız, fakat normal olmayan bir süreçte, normal olmamayı normal sayabilirsek sağlıklı bir pozisyon almış oluruz.

Birçok insan tatil rehavetinden çıktıkça, içinde bulunduğu durumun aslında bir tatil olmadığının farkına vardıkça ve istediği her an özgürce dışarıya çıkamadıkça, belki de öncesinde daha iyi bir duygu durumu içerisindeyken, yavaş yavaş olumsuz sinyaller vermeye başladı. Kimisi karantinada geçirdiği günü saydı, kimisi başka bir yöntemle bunu ifade etti. Ve beynimiz bu süreçte sağ kalabilmenin peşine düşmüşken, biz çeşitli alışkanlıklar kazanarak kendimizi gerçekleştirmeye çalıştık.

Abraham Maslow, literatüre sunduğu ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinde, insanın kendini gerçekleştirebilmesi için gereken adımları sayar. İlk önce fizyolojik ihtiyaçlar gelir, ardından güvenlik, güvende olma ihtiyacı. Sonrasında bir gruba ait olma, ardından saygınlık kazanma ve tüm bunların neticesinde kendini gerçekleştirebilen bir insan varlığından söz eder.

Fakat pandemi sürecinde bir anda piramidin en altına düştük ve bir yandan da piramidin en üstünde var olmaya çalıştık. Zira insan beyni tehlike algısıyla başa çıkmadan normal, eski düzenine dönemez. Dolayısıyla bu süreçte kendimizi gerçekleştiremiyor olmak da gayet sağlıklı bir durumdur.

Bazı günler sporumuzu yapıp kitabımızı okuyunca “Vay be! İyiye gidiyor her şey” diye düşünüp, ertesi gün tam tersi duyguyu yaşayabiliriz. Bunların her biri bu süreçte doğal bir akış içerisinde görülebilen durumlardır. Bir şey yapmamız gerektiği inancıyla değil, az önce ifade etmiş olduğum gibi “Bu süreçten en az zararla nasıl çıkarım?” düşüncesiyle hareket etmeye çalışabiliriz. Çünkü bu süreçte üretkenlik azalabilir, eskisi kadar iyi performans gösteremiyor olabiliriz.

O an hiçbir şey yapmak istemiyorsak, belki de esas ihtiyacımız olan şey, o an hiçbir şey yapmıyor olma durumudur. Elbette bu durumu sürecin tamamına yaymamaya çalışmak kaydı ile. Bu nedenlerle de, sosyal medyadaki öneri okyanusuna bir filtre mekanizması getirmemiz, bu süreçte beyin sağlığımızı korumak için önemli bir adım olacaktır. Sürekli kötü haberler izlememek, felaket teorisi içeren toplu mesajları okuyup başkalarına ulaştırmamak da yine bu süreci iyi atlatmamızı sağlayabilecek mini adımlar arasına girebilir.

Travmatik/kriz içerikli dönemlerden hiç zarar görmeden çıkmaya çalışmak, gerçekçi bir pozisyonda olma hâli değildir. Mükemmele giden yol imkânsızlığı içerir ve bu yolda sarf edilen çaba gereksiz enerji tüketimine sebep olur, çünkü mükemmel diye bir şey yoktur. Burada da insan olarak aktif veya pasif pozisyonda olma hâllerinden söz edebiliriz. Kişi eğer “Off! Ne yapacağım şimdi, evde kapalı kaldık, nasıl geçecek bu zaman, bıktım artık!” türevinde mağdur bir tutumda ise, bu kişinin pasif pozisyonda konumlandığını söyleyebiliriz.

Aktif pozisyonda olan kişiler ise, en şerli görünen olaylarda bile bir hayır olduğunu bilir ve minik de olsa o hayırları görebilme eğilimindedir. En basiti eşimizle/çocuğumuzla/ailemizle daha çok bir arada olabildiğimizi veya evde kaldığımız süreçte uzun zamandır yapmak isteyip de şu an yapabildiğimiz şeyleri, belki yeni bir aktivite geliştirebildiğimizi görebilmek bile bu süreçte görülen artılardan biridir. Bu kazanımların düzeyi her bireye göre değişir. Biz ne kadarını yapabiliyorsak o kadarı kâfi gelmelidir.

Özetle, “Her şerde bir hayır vardır” inancıyla evlerde kapalı kaldığımız bu dönemde, hayattaki renkleri görebilmemiz ve az da olsa her renkten biraz alabilmemiz gerekir. Bu şekilde aktif pozisyon almış oluruz.

Bunu yapabiliyor olmamızın faydalarından biri de şudur: Beynimiz, böyle bir dönemden ilk defa geçiyor olduğu için yeni yeni şekillenmekte. Yani biz beynimizi aktif pozisyonda da şekillendirebiliriz, pasif pozisyonda da. Ve bu seçimi beynimiz öğrendikten sonra, bu beceriyi genlerimize işleyecek ve bizden sonra gelen nesillerin bilinçdışı olarak hangi pozisyonda olma eğiliminde olacağını da belirleyecek.

Yani şu an, neyi, ne şekilde yaşıyorsak, bizden sonra gelecek olan neslimizin de nasıl yaşayacağının belirleyicileri arasındayız. Bizden önceki nesillerin bilmeden ve farkında olmadan bize yapmış oldukları gibi.

Bu yazıyı okuyan herkesin, bu süreçten kendi yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışarak çıkabilmesi temennilerimle…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*