Bazen bir kelime nasıl insanın hayatını değiştirir, karikatürle mizah da aynı şeydir, diyor aslında İbrahim Özdabak. Belki on saniyede bir insanın hayatını değiştirebilir, hayatına o âna kadar hiç yüklemediği anlamları yükleyebilir eğer bir çizer gerçekten kendisine düşen vazifenin hakkını verebilmişse.
Çizgiler bizim dünyamızda ne ifade ediyor? Acaba çizerin dünyasında vermeyi amaçladığı mesajı alabiliyor muyuz? Ya da bazen daha fazlasını mı alıyoruz? Özdabak diyor ki: “Bazen benim anlatmak istediğimden daha derin mânâlar çıkarabiliyor okuyucular. Ne kadar ilginç değil mi? Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı eserindeki cümle aklıma geliveriyor birden. Kelimeleri sana veriyorum okuyucu. Sende ne varsa onda o var.” İşte bu kadar kısa ve öz. Bizde ne varsa belki çizgilerde de bazen o var… Anlayabildiğimiz kadar ve okuyabildiğimiz kadar. Empati yapabildiğimiz kadar anlayabiliyoruz belki bir çizeri. Ve o zaman çizgiler vazifesini gerçekleştiriyor. Yani uzatmaya gerek yok sanırım. İbrahim Özdabak’la belki uzun yılların bir değerlendirmesini yaptık karikatür ve mizah üzerine. Bence keyifle okuyacaksınız.
Ünlü bir karikatürist olarak, fikir dünyanızı karikatürlerle ifade ederken neler hissediyorsunuz?
Karikatür çizmek için üç önemli şeye ihtiyaç var. Bunlar hayal gücü, el becerisi ve bilgidir. Birçok konu içerisinden bir şeyler süzerek ortaya bir fikir koymak gerekiyor. Hemen her gün bunu yapmaya çalışıyorum ve yaparken de hem geçmiş bilgilerimi, hem de insanlığın o gün yaşadığı hadiseleri göz önünde bulunduruyorum. İlgimi çeken konular hakkında da bilgi sahibi olmaya çalışıyorum. Hayal gücümle de ilhamı yakalamaya çalışıyorum. Bilgisayarlar insan beynine bakarak icad edildi. Beynin çalışmasını 24 saat canlı tutmak gerekiyor. Adeta fişini çekmeden çalışmalı ki, hayattaki esprileri yakalayabilsin. Yazı yazsanız, daha rahat ifade edebilirsiniz belki fikrinizi, yarım sayfa ya da sayfalarca yazarsınız. Ama karikatüristseniz, belli simgelerle, şekillerle, ironi yapmak üzere belirlediğiniz bir çizimde mutlaka ilham olması gerekiyor. Eğer güzel bir espri de yakaladıysanız, o karikatür tam görevini yapmış oluyor.
Ben tüm bunları yaparken, “niçin yapıyorum?” diye bir soru aklıma geliyor. Elbet bir mesaj veriyor olmam gerekiyor. Yoksa böyle bir işin altına neden gireyim ki. Bu mesajı vermek için de bir dünya görüşünün, “neciyiz, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?” gibi soruların cevabının da arayışının olması gerekiyor. Bu duygular içerisinde her sabah işe başlıyorum ve rüyalarda dahi böyle devam ediyor. O nedenle 24 saat diyorum.
Bahsettiğiniz ilham, yazarlara, şairlere gelen ilhamdan farklı bir şey olsa gerek?
Şairlere, yazarlara, diğer sanatçılara da ilhamlar geliyor. Gelen ilham yaptığımız işe göre çok farklı kanallardan olabilir. Benimki göze hitap eden, görsellikle ilgili bir şey.
İnsanlık tarihinde şimdiye kadar görsellikle ilgili yapılmış neler varsa benim hep ilgimi çekmiştir. Onlara bakarım, sadece şekline değil, rengine ve dünyada yaratılmış numunelerine de bakarım. Tüm bu şeylerden aldığımız ilhamla, bizler de çizgileri ve renkleri kullanırız. Aslında karikatüristler sadece çizgileri kullanır. Onların olayları siyah beyazdır. Ama ben rengi karikatürde bir unsur olarak kullanmaya çalışıyorum. Renkler benim için bir şeyler ifade ediyor. Hangi rengin insanda nasıl bir duygu oluşturduğunu göz önünde bulundurarak, siyahın verdiği kasaveti veya beyazın verdiği berraklığı karikatüre bir duygu olarak yansıtmaya çalışıyorum. Renkli olarak paylaşıyorum, ama bu renk olayı teferruat gibi kalıyor, verilmek istenen mesaj hepsinin üzerinde yer alıyor.
Karikatür ve mizah iletişimde ne derece etkili araçlardır?
Şöyle düşünüyorum, ben bir çizer olarak insanların vakitlerini çalmıyorum. Bu zamanda insanların vakitleri ya çok kıymetli ya da çok kıymetsiz. Çok basit şeylere çok uzun zaman ayırabiliyorlar, çok kıymetli şeylere de hiç vakit ayırmıyorlar. Ben çizimlerimle insanları birkaç saniye meşgul ediyorum. Çizerken saatlerce düşünüyorum, uğraşıyorum, ama ortaya koyduğumuz ürün okuyucu tarafından 5-10 saniye içerisinde tüketiliyor. Bunu tenkit anlamında söylemiyorum. Böyle bir vakıa var. Çizdiklerimi görenler ya bir mesaj çıkarıyor ya gülümsüyor ya da anlamıyorsa geçip gidiyor. O nedenle kimsenin vaktini çalmadığımı rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bu açıdan ben okuyucuyla bir iletişim kurduğumu düşünüyorum. Geçmiş zamanlarda yaşamış insanların hikâyeleriyle, fıkralarıyla nasıl iletişim kuruyorsak, bugünkü yaptığımız eserler aracılığıyla da, başka mekânlarda olan, birbirimizi hiç görmediğimiz insanlarla da öyle bir iletişim kuruyoruz, bir etkileşim oluyor. Ben bu etkileşimi ressamların eserlerinde de hissediyorum. Belki 500 sene önce çizmiş, çizdiği zaman ne hissetmiş, nasıl çizmiş, ne mesaj vermek istemiş, bunları algılamaya çalışıyorum bugün. Demek ki, bir iletişim söz konusu. Özellikle klasik dönemdeki ressamların portrelerinde kendi mesleğimle ilgili unsurları bulmaya gayret ediyorum. Benim böyle bir iletişimim var. Karikatür bu asrın sanatı belki, ama çok öncelerde de karikatür gibi çizimler vardı. Karikatürlerdeki o abartma sanatını, o değişik ölçülerdeki yüz ifadelerini tablolarında kullanmış ressamlar var. Ben minyatür sanatını, geleneğimizde olan diğer sanatları da inceliyorum ve o eserlerde kendi sanatımda kullanabileceğim malzemeler var mı, nasıl bir ders çıkarabilirim, onların hissettirdiklerini hissettirebilir miyim diye düşünürüm. Bu etkileşim böyle devam edip gidiyor.
Çizgilerinizde kendinizi ifade edemediğiniz zamanlar oldu mu?
Muhakkak oluyor bu. Çizmeden önce hayal ederken, çok çeşitli figürler, renkler, şekiller, mimikler, mükemmel tasvirler oluşuyor zihnimde, ama bu hayaller elime, elimden kaleme, kalemden bilgisayara geçene kadar, her birisinde değer kayıpları oluyor. Bunun neticesinde ortaya çıkan ürüne bakıyorum ve anlatmak istediğimi anlatabildim mi, okuyucuya ulaşması gereken mesajı buraya yerleştirebildim mi, diye yeniden gözden geçiriyorum. Belli bir çıtanın üstündeyse yayınlanmak üzere teslim ediyorum. Değilse çöpe gidiyor.
Peki hayalden bilgisayara geçiş sürecindeki değer kayıplarının sebebi ne olabilir?
Kabiliyetler bizlere sonsuz olarak verilmiş. Bu kabiliyetleri hayata geçirmek için kullandığımız vasıtalarımızı biz tam olarak işletemediğimizde, gerekli gayreti sarf etmediğimizde bu kayıplar oluşuyor. Tabii kabiliyetlerimizi tam işlettirdiğimizde istenen sonuca ulaşılabilir mi, bu da biraz şüpheli. Tarihe baktığımız zaman çok farklı zekâ seviyelerine farklı insanlar olduğunu görüyoruz. Ama bakıyoruz dünyanın en zeki insanı bile belli şeyler yapabiliyor. Zekâsını çok iyi kullanıyor, ama belli şeyler yaparken, belli şeyleri de yapamıyor. Ben buradan şöyle bir ders çıkarıyorum; demek ki bize bir takım duygular sonsuz olarak verilmiş, ama bu dünya için verilmemiş. Sadece bu dünyada numunelerini göstermek için verilmiş. Elimizden ne kadar gelirse bir şeyler yapıyoruz ve ben de elimden bu kadar geliyor diyorum. Yani daha çok düşünüyorum, hayal ediyorum ama bu kadarını yapabildim.
Avrupa’ya kıyasla Türkiye’de karikatür ve mizahın özgürlük alanı nedir sizce?
Mizah bazı sebeplerden dolayı insanların gündemine girmiş. İletişim kanalları internete ve sosyal medyaya doğru kaymış durumda ve burada her gün birçok malzeme tüketiliyor, bu malzemelerden biri de mizah ve karikatürdür. O nedenle bir takım ürünler meydana çıkıyor. Müşterisi de olduğuna göre bu tür üretimlerin devam etmesi gerekiyor. Bu nedenle de bir yükseliş var. Düşünen insanların üretebilecekleri bir alan var ve kendilerini orada ifade ediyorlar. Birçok kişi tarafından da takip ediliyorlar. Türkiye’de mizah deyince, biraz gerilere gitmek istiyorum. Osmanlı’da mizah dergileri vardı. Cumhuriyet döneminde de mizah dergileri oldu. Bunlar genelde topluma bazı şeyleri dayatmak için yapılan işlerdi. Sonunda geldiği noktada toplum bu tarz işlerden pek bir randıman alamadı ve çok rağbet gösterilmedi. Öyle bir dönem var. Hâlâ etkilerini sürdürmektedir. Günümüzde de bu etkilerle mizah yapanlar, kendilerini ifade ederek bir yere gelmeye çalışıyorlar. Ama yeterli bir noktaya geldiklerini söylemek mümkün değil. Bunun değişik sebepleri var. Birtakım medya kuruluşlarının mizaha yatırım yapmaları gerekiyor. Genelde gazetelerde birçok yazar istihdam edildiği halde çizer istihdam etmeye genelde pek yanaşılmaz. Bu durum geçmişte mizahçıların yapmış olduğu hatalardan da, mizahçıların ele avuca sığmaz yapılarından da kaynaklanıyor olabilir. Aynı zamanda mizahın, özellikle karikatürün aykırı duruşundan da kaynaklanabilir.
Çünkü mizahın şöyle bir özelliği var, asla bir şeyi övmek için yapılmaz. Mutlaka biraz yermek, dilde biraz sivrilik olması gerekiyor. Bu da bugün bana dokunur, yarın bir başkasına dokunur. Dolayısıyla mizahçılardan biraz kaçmak söz konusu. Daha doğrusu suya sabuna dokunmadan mizah yapanların daha rağbet gördüğü bir dönemden geçiliyor.
Karikatürlerini beğendiğiniz, düşüncelerini güzel ifade ettiklerini düşündüğünüz çizerler var mı?
Her çizerin kendine göre bir tarzı ve değeri olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de özellikle günlük hadiselere nazar eden bunları çizgilerine yansıtan karikatüristleri takip ederim. Geçmişte çok iyi çizerler vardı, çizdiklerini her gün görmek istediğim ve çizgileri içerisine dalıp gittiğim çizerler vardı. Bunlardan en önemlisi Semih Balcıoğlu’dur. Sonra ustam sayılan Vehip Sinan’ı takip ediyordum. Onun açtığı yolda ilerlediğimi söyleyebilirim. Bir medya kuruluşunda bir çizer çok zor yer alabiliyor. Çünkü kuruluşların görüşleri zamanla değişebiliyor ve çizerler için aynı şey çok zor olduğu için, yer edinemiyorlar bir zaman sonra.
Çizgilerinizde gündemi takip ettiğinizi söylediniz. Bu zor oluyor mu? Bir de günlük birçok gelişme oluyor, konu seçimini nasıl yapıyorsunuz?
Her gün gündemde en üst sırada yer alan konuların bilgilerine mutlaka bakarım. Bu konularda benim söylemek istediğim bir şey var mı diye düşünürüm. Varsa bunu alır çizgilerimde kullanırım, söylemek istediğim mesajı vermeye çalışırım. Konuya vakıf olduktan sonra espri aramaya çıkarım. Espri gelirse çizerim. Gelmezse, istediği kadar gündem olsun, çizmem onu. Bizim ülkemizde her gün gündem mutlaka sarsıcı bir hızda değişiyor. Sürekli birileri gündemin üst sıralarına çıkmak için her şeyi yapıyor. Dolayısıyla gündem ve konu açısından hiçbir sıkıntı yaşamıyorum. Ama gene de kendi, gündemimiz varsa, bizim söylemek istediğimiz bir şey varsa, mutlaka ona öncelik tanırım. Bu da gerekiyor. Ama sonuçta, her şeyin toplumun yararı gözetilerek yapılması gerekiyor. Toplumu aydınlatma, düşündürme ve konulara farklı pencerelerden bakılmasını sağlamak noktasında yardımcı olmaya çalışıyoruz.
12 Eylül öncesindeki zaman dilimini de yaşadım, biliyorum. Bugün, belki o günlerden çok daha gerilimli, öfkeli günlerden geçiyoruz. O nedenle bugünlerde mizahçılara biraz daha fazla iş düşüyor. Çünkü, biz bir şeyi ifade ederken biraz da tebessüm ettirmeye çalışıyoruz. Daha yumuşak söylüyoruz. Buradan da şöyle bir ders çıkartın anlamında söylüyoruz. Dolayısıyla mizahçıları çoğaltmak gerekiyor. Gerilimleri azaltmak için daha çok mizaha ihtiyaç var.
Peki bu gerilim ve öfke sizin çizgilerinize yansıyor mu hiç?
Mutlaka o atmosfer beni etkilemiştir, etkilememesi mümkün değil. Acı günlerimiz, felaket dolu günlerimiz de oldu, dolayısıyla çizdiklerime duygularım yansıyordur. Olması gereken de budur. Biz bir zaman diliminden geçiyoruz ve gelecekte insanlar acaba şu tarihte insanlar neler yaşadı, nelere güldü nelere üzüldüler, bunu anlayabilmek için belki de bizim çizgilerimize bakmaları anlamaları için en kolay yol olacaktır.
Çok üzülerek çizdiğiniz karikatürler oldu mu?
Çok olmuştur. Bir yavru ceylan karikatürüm vardı, çok üzülerek çizmiştim. Gene kırmızı başlıklı kız karikatürüm vardı. Çok yankı uyandırdı. 10 yıl önce çizmiştim. Bir dönemin adeta simgesi haline geldi. Başörtüsü yasağı ülkemizin gördüğü en saçma yasaklardandı. Uzun yıllar değişen hükûmetlere rağmen bu yasak çözülemedi günümüze kadar.
Şuan ki durumu da siyasiler değil toplum başardı. Halk pes ettirdi siyasetçileri. Tabiî bu yasak süreci birçok genç kızı, ailelerini derinden etkiledi. Kimisi gurbette okudu. Bununla ilgili de gurbet kuşları karikatürümü çizmiştim. Üzüntülerim karikatürlerime mutlaka yansıdı.
Karikatürist olmasaydınız ne olurdunuz?
Öğretmen olurdum. İş adamı falan olmaz benden (gülüyor). Öğretmenlikten geliyorum aslında köken olarak. Resim öğretmeniydim. Dersler verdim, ama karikatüre yöneldim zamanla. 7 yıla yakın öğretmenlik yaptım. Öğrencilerimden ayrılalı çok oldu, 30 yılı aşkındır. Tabi geri dönüşler de aldım onlardan. Çok başarılı öğrencilerim oldu.
Genç çizerlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Gençlerin resme ve karikatüre çok meraklı olduklarını görüyorum. Bu belki meslekleri olmayabilir. Ama meşgale olarak bu sanatı yapmaya çalışabilirler. Meslek olarak yapmak isterlerse mutlaka bunun eğitimini alsınlar. Üniversitelerin resim, grafik gibi bölümlerine yönelebilirler. Genç Yorum dergisi okuyucularının da sanat faaliyetleri içerisinde olmalarının bizim hizmetlerimizi anlatmak açısından çok katkı sağlayacağına inanıyorum. Elimizde Risale-i Nur gibi çok değerli bir kaynak var. Bu eserlerde sanat kelimesi yüzlerce kez geçmektedir. Sanata çok farklı bakış açıları söz konusu. Oradaki mesajları, kabiliyetlerimizi kullanarak tüm dünyaya yaymak bizim vazifemizdir. Gençlerin sanat konusuna özellikle ağırlık vermelerini tavsiye ederim. Bizler de yardımcı olmaya çalışırız kendilerine. Bizim arkamızdan sanatçılar, çizerler, grafikerler yetişsin. Bu sanatçıların 10 saniyede ifade edecekleri bir hakikat dünyanın gidişatını değiştirecek unsurlar taşıyabilir. Bunu keşfetmek ve o yolda ilerlemek lâzım.
BİYOGRAFİSİ
İbrahim Özdabak kimdir?
1957 yılında Şebinkarahisar’da doğdu.
1974 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünü kazandı. İsmail Avcı’nın Resim, Zeki Kuşoğlu’nun Grafik Atölyesinde eğitim gördü. 1977 yılında buradan mezun olarak öğretmenlik hayatına başladı. Ordinaryüs Prof. Dr. Süheyl Ünver’in tezhip ve minyatür kurslarına devam etti. Görsel sanat dallarından olan; fotoğraf, yazı, maden ve ağaç işleri, baskı teknikleri gibi alanlarda temel sayılabilecek eğitimlerini aldıktan sonra, öğrencilerine bunun uygulamalarını yaptırdı. Gürbüz Azak ve Vehip Sinan gibi ustalarla çalışma imkânı buldu. 1982 yılında Yeni Asya gazetesinde günlük siyasî karikatürler çizmeye başladı.
1984 yılında çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden istifa ederek ayrıldı. Aynı yıl haftalık Can Kardeş dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğüne getirildi. Bizim Aile (1986) ve Genç Yaklaşım (Yorum) (2003) dergilerinin yayın hayatına atılma aşamasında logo ve sayfa çizimlerini gerçekleştirdi. Yüzlerce derginin sayfa ve kapak tasarımlarını yaptı.
Ödülleri:
-1991 ve 2008, Türkiye Yazarlar Birliği, “ Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları, Basın/ Karikatür ödülü”
-2008, Burç Anadolu İletişim Meslek Lisesi
“ Yılın İlitişimcileri, Yılın Karikatüristi ödülü”
İlk yorumu siz yazın