Gençlerde kaygı bozukluğu

Bir gökdelenin tepesinden aşağıya bakıyorsanız, kaygı duymanız normaldir. Ama aynı kaygıyı bir sokak kaldırımının kenarında hissetmeye başladıysanız, biz buna kaygı bozukluğu diyoruz.

Bu rahatsızlığın altında, kaygı duyduğumuz konulara dair sıra dışı hassasiyet artışı yatar.

Meselâ, bir topluluk karşısında sesi titrediği ve ter içinde kaldığı için istediği konuşmayı yapamayan bir genç, artık ne zaman benzer bir durumda kalsa, otomatik olarak yoğun kaygı duyguları hissetmeye başlar. Şayet bu yüksek kaygısı yüzünden topluluk karşısında konuşmaktan tamamen uzak durmaya başlamışsa, işte burada, genel anlamda olmasa bile, duruma özgü bir kaygı bozukluğu tablosundan bahsedilebilir.

Bu tablonun ilerlemesi hâlinde genç, bırakın konuşmayı, sadece kalabalık içinde bulunmaya dahi stres tepkileriyle karşılık verebilir. Kalp atışı hızlanır, nefes alıp vermesi düzensizleşir ve kasları yay gibi gerilir. Bu tür kaygılarının daha da şiddetlenmesi hâlinde gencin sosyal hayattan tamamen geri çekilmesi dahi söz konusu olabilir.

Bu noktada kaygı bozukluğunun ruha nasıl yerleştiğini anlamak çok önemlidir. Genellikle her kaygı bozukluğunun öncesinde “şok edici” bir olay yaşanır. Topluluk karşısında konuşma örneğinden devam edersek, genç ilk topluluk karşısındaki konuşma deneyiminde, yapmak istediklerinin hiçbirini yapamaz. Ses tonunu ayarlayamaz, terlemesine engel olamaz, elini kolunu nasıl kullanacağını bilemez. Bedenini rahatlatamaz, rahat bir nefes alamaz. Tam bir kilitlenme hâli yaşar. Ve kendine olan saygısı bu olaydan çok büyük yara alır.

Burada “şoke edici” olan, gencin kendi benlik değeriyle ilgili çok keskin bir yüzleşme yaşaması ve kendine bakışında çok kısa bir süre içinde büyük bir dalgalanma (çöküş) meydana gelmesidir. Bu psikolojik şokun çalışma sistemi, deprem ya da trafik kazası gibi fiziksel âfetlerde yaşanan travmatik şok ile aynıdır. İnsan olarak bedenimize yönelen tehlikelere de, kişiliğimize yönelen tehlikelere de bünyemiz aynı şekilde cevap verir. Şok esnasında bünye, çok ani kararlar alıp uygulamak zorunda olduğu için, bilinç devre dışı kalır. Tıpkı kalp atışımızın ya da sindirim sistemimizin bizim irademiz dışında çalışması gibi, şok zamanlarında da hareketlerimiz ruhumuzun irade dışında kalan derin merkezlerince (yahut Allahualem, bizden sorumlu melekler tarafından) yönetilir. Bu sebepledir ki, başımızdan bir trafik kazası geçtiği zaman ne büyük bir tehlike atlattığımızı şok hâlindeyken düşünemeyiz. Bunu daha sonra idrak ederiz. Aynı şekilde, sahnede yaşadıklarımızı da, sahneden indikten sonra idrak ederiz.

Normal düzeyde kaygının kaygı bozukluğuna dönüşmesinin başlangıcı, işte bu şok hâlindeyken ruhumuzun çektiği fotoğraftır. Ruhumuz, şok sırasında bizden bağımsız olarak bir fotoğraf çeker. Örneğin şoku sahnede yaşadıysak, çekilen fotoğrafta sahnede yalnız başına çaresiz bir genç, elinde bir mikrofon, karşısında dinleyici koltuklarında kalabalık bir grup vardır muhtemelen. Ve kaygı duygusu, bu fotoğrafta yer alan her bir parçayla tek tek ilişkilenir. O yüzdendir ki, topluluk karşısında konuşma ya da sahne kaygısı olan bir genç, ne zaman bir sahne görse, ne zaman bir kalabalığa rastlasa, ya da eline bir mikrofon tutuşturulmak istense gayr-ı ihtiyarî olarak endişelenmeye başlar. Şayet olay gece olmuşsa, geceleri endişesi daha yoğun olur. Sahne ışıklı bir sahneyse, ışıklara karşı hassasiyeti öncesine göre çok daha yükselir. Sahne aynı sahne, seyirciler aynı seyirciler ise—orijinal fotoğrafa çok yakın bir tablo olduğu için—kaygı çok daha fazla olur.

Tüm bu gayr-ı iradî tepkilerin nedeni, şok hâlinin ruhumuzun bilinçaltı düzeyde çalıştığı, bir başka ifadeyle, herhangi bir bilinçli savunmayla korunamadığı bir sırada yaşanmış olmasıdır. Kişiliğimize yönelen saldırı, bilinçdışı düzeyde olduğu için, ruhumuzun daha sonra bu olaya vereceği tepkiler de bizden bağımsız olarak bilinçdışı düzeyde gelişir. O nedenledir ki, topluluk karşısına çıkmanın fikri bile kişide hemen kalp atışını hızlandırabilir, kaslarını gerebilir, yüzünü terletebilir. Şayet bu konuda bir tedbir alınmazsa, işler kendiliğinden asla düzelmez.

Aslında kaygı, son derece fıtrî ve olması gereken bir duygudur. Her insan gerek fiziksel, gerek ruhsal bütünlüğüne yönelen tehditler karşısında kaygı duyar. Bunu, hırsızlara karşı arabalara takılan alarm cihazlarına benzetebiliriz. Nasıl ki alarm cihazı araba sahibine hırsızı haber vererek malını korumaya davet ederse, kaygı duygusu da kişinin iç dünyasında sinyaller yayarak kendi bütünlüğünü savunmaya davet eder. Gelgelelim, bu “alarm” gereğinden fazla şiddette ve gereğinden uzun süre öterse, ya da yerli yersiz ötüp gün içinde enerjiyi tüketen bir hâl alırsa veyahut sosyal hayattan geri çekilmeye yol açarak hayat kalitesinin düşmesiyle sonuçlanıyorsa, işte o zaman kaygı bozukluğundan söz etmemiz gerekir.

Bu rahatsızlığın tedavisi, ilaçtan ziyade, terapötik bir müdahaleye ihtiyaç duyar. Terapist, kaygı bozukluğuna yol açan olay ya da olayları tespit ettikten sonra seanslar esnasında bu olayları gencin tekrar benzer duygular eşliğinde yaşamasını sağlamaya gayret eder. Ama bu kez, soracağı sorularla şok hâlinde yaşanmış o bilinç dışı olay ya da olayları, bilinç düzeyine çıkararak âdeta bir cerrahın ameliyat masası gibi üzerinde çalışılabilir bir kıvama getirir. Tüm bu girişimlerin esas hedefi, bilinçdışı tepkileri dengeleyecek bir bilinç durumunu inşa etmektir. Bu yeni bilinç durumunun içinde, yaşanmış olan hadisenin aslında herkesin başına gelebilecek bir şey olduğu, üzerinde çalışılırsa, yani küçük küçük yeni tecrübeler denenirse aşılabilecek bir şey olduğu ya da kişilik değerini düşürecek denli büyük bir anlam yüklenmesi gerekmediği gibi çok temel mesajlar yedirilir. Kısaca, gencin bilinci ve iradesi, tüm kapasite ve kuvvetiyle bilinçdışında kalmış korku ve kaygı dolu ruhsal yaraların üzerine yönlendirilir. Ve yeni olumlu tecrübelerle beraber, gencin kendine olan güveni artınca, kaygı bozukluğu da otomatik olarak normal düzeylere gerileme yönünde seyreder.

Bu sorunu yaşayan gençler, çözüm için mutlaka adım atmaları gerektiğini bilmeliler. Kaçınma davranışını sürdürdükleri müddetçe, kaygı bozukluğu da onları etkisi altında tutmayı sürdürecektir çünkü.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*