Bundan 56 sene evvel yaşanan ‘27 Mayıs Darbesi’nin ne olduğunu, nasıl yapıldığını ve ne mânâya geldiğini bilmeyen kimse, tutup “Yakın tarihi biliyorum” demesin. Hele hele siyasete girmesin ve bu mesleğe hiç bulaşmasın böyleleri. Kezâ, darbe sonrasında Yassıada’da yaşananları bilmeyenler için de aynı hatırlatmaları yapmak durumundayız. Bu yazıda, hiç bilinmeyen, yahut çok az bilinen bazı mâlumatlara şahit olacağınızı tahmin ediyorum.
Yassıada’da 9 kurban
Cuntacıların emriyle Yassıada’da kurulan ve adına “Yüksek Adâlet Divanı” denilen o alçak mahkeme, dokuz ay süren hakaret ve işkence yüklü duruşmalara, nihayet 11 Ağustos 1961 günü son verdiğini açıkladı. Mahkeme, 15 Eylül günü ise, ‘nihaî karar’ını açıkladı. Açıklanan bu karara göre, 10 Haziran 1960’tan beri, yani 1 yıl dört aydır, Yassıada’da tutulan Demokrat iktidarının 400’den fazla siyasetçi, yönetici ve bürokratlarına şu cezalar verildi:
143 kişiye 4 yıl 2 ay, 117 kişiye 5 yıl, 15 kişiye 6 yıl, 6 kişiye 7 yıl, 2 kişiye 8 yıl, 17 kişiye 10 yıl, 3 kişiye 15 yıl, l kişiye 20 yıl, 30 kişiye müebbet hapis, 14 kişiye ise idam cezası. Geriye kalanlardan ise, 7 kişi Yassıada’da vefat ettiği ve bir kısmı da suçsuz bulunduğu için, onlar hakkında beraat kararı verildi.
Yassıada Mahkemeleri’nde idama mahkûm edilen 14 DP’li kişinin ismi şöyle:
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agâh Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman.
Bu şahıslardan sadece Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan (16 Eylül) ve Adnan Menderes’in (17 Eylül) cezaları infaz edildi. Diğerlerinin cezası ise, Milli Birlik Komitesi’nce müebbet hapis cezasına çevrildi. Çoğu, buradan alınarak Kayseri Cezaevi’ne gönderildi.
Burada dikkat çeken bir husus şudur: Mahkeme kararıyla idam edilenlerin sayısı 3 kişi görünmekle birlikte, aslında Yassıada’da verilen kurbanların sayısı 9’dur. Zira, bir yıldan fazla enva–i çeşit hakaret ve işkenceler altında ezilip perişan edilen 6 önemli şahsiyet daha aynı yerde vefat etmiştir. Bu demokrasi şehitlerinin isimleri şöyledir:
Lütfi Kırdar (İstanbul, Sağlık Bakanı), Gazi Yiğitbaşı (Afyon, Milletvekili), Yusuf Salman, Yümni Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz. Bunlara ilâveten Konya eski Valisi Cemil Keleşoğlu’nun da Yassıada’da intihar ettiği açıklanmıştır ki, bu açıklama da şüphelidir. Tıpkı, 27 Mayıs Darbesinin üçüncü günü işkenceyle öldürülen İçişleri Bakanı Namık Gedik için yapılan “intihar etti” açıklaması gibi… Bunları da hesaba kattığımızda, darbecilerin katlettiği mazlûm Demokratların yekûnu 11 kişiyi buluyor.
Hakaretli işkenceler
O olağandışı dönemde Yassıada’ya tayin edilen komutan, Yarbay Tarık Güryay’dır. Şımarıktır, seviyesizdir ve olabildiğince gaddardır. Öyle ki, bu yarbaydan bazı generaller bile çekiniyordur. Bu durum, o günlerde yer yer başların ayak, ayakların baş olduğunu açıkça gösteriyor. Aynen, Albay Türkeş’in de bir süreliğine bazı generallerden üstün tutulması gibi… Ada Komutanı Tarık Güryay, çoğu zaman eli sopalıdır. Adaya getirilen hemen her mazlûmu önce o huzuruna alır ve bir ton hakaretten geçirerek koğuşlarına gönderir. Bazan da bakanlara, milletvekillerine dilediğince sopa atar, kişinin soyuna sopuna varıncaya kadar ağır küfür ve hakaretlerde bulunur: Sakıtlar, düşükler, kuyruklar, inekler, soysuzlar, vesâire…
Bazı mazlûmların da isim veya soyisimleri değiştirilerek ve bozularak telâffuz edilir: Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye “Tevfik Geri” diye hitap edilmesi gibi… İzzetli Demokratlar, Güryay ve adamlarının hakaretlerini aynen iade eder. Tabiî her türlü işkenceyi, hatta ölümü dahi göze alarak. Nitekim, bir kısmı ölmüş, yahut öldürülmüştür. Yassıada, işte böyle hemen her gün ölüm kokan bir yerdi. Bu cehennemî gerçeği anlamakta zorlananlara, aynı cendereden geçmiş olan şair Faruk Nafiz Çamlıbel, “Zindan Duvarları” (1967) isimli eserinde şu dörtlükle cevap verir:
Dâvet
“Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada
Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız…
Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada?
Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!”
Başıbozuk ve kafası karmakarışık bir cunta hareketinin sebep olduğu 27 Mayıs Darbesi ve hemen ardından yaşanan Yassıada Duruşmaları’na dair detaylı bilgilere birçok kaynaktan ulaşmak mümkün.
1) Hatıra ve araştırma kitapları: Erzurum DP Milletvekili Prof. Rıfkı Salim Burçak’ın “Yassıada ve Öncesi”, Tarık Güryay’ın “Bir İktidar Yargılanıyor”, Nazlı Ilıcak’ın 1975’te yayınlanan iki ciltlik “27 Mayıs Yargılanıyor” isimli eserleri gibi…
2) Gazete ve dergilerde, hadiselerin yıldönümlerinde çıkan müstakil ve dizi yazılar: Hürriyet, Milliyet, Yeni Şafak (27 Mayıs 2004), Yeni Asya, Akis ve Aksiyon’un (598. sayı, 22 Mayıs 2006) arşivi gibi.
Bu kaynaklardan araştırarak ve hayattaki bazı şahitlerle de bizzat görüşüp dinleyerek derlediğimiz bilgileri burada sizlerle paylaşmaya çalışıyoruz.
Kaynakların ve şahitlerin tamamı, Demokratlara hem darbe esnasında, hem de özellikle Yassıada’da çok kötü muameleler yapıldığını doğruluyor. Öylesine bir kötü muamele ki, bunu ancak ve ancak ‘insanlık dışı’ tabiriyle tanımlamak mümkün. İşte, o günlerde yaşanan yüzlerce vak’adan sadece birkaç misâlin özeti…
“İşte 20 baş hayvan!”
DP’li Devlet Bakanı Mükerrem Sarol anlatıyor:
“…Davutpaşa Kışlası’ndan 20 kişilik bir kamyona bindirildik. Başımızdaki binbaşı başladı sataşmaya. Önce bana ‘Söyle bakalım, bu milyonları nerede yiyeceksin’ dedi. Ben ‘Benim milyonlarım yok’ dedim. ‘Öyleyse sana yardım toplayalım da, evini barkını geçindirirsin’ diye alay etti. Sonra, diğer arkadaşlarımın yakasına yapıştı. Yakışıksız sözler söyledi. Ardından, yalanlar dizisi başladı: ‘Et Balık Kurumu ambarlarında üniversiteli gençlerin öldürülüp kıyma haline getirildiğini, Bayar’ın bankalarda milyonları çıktığını, Menderes’in altın külçeleri kaçırırken yakalandığını…’ anlatıp durdu. Sonra da son derece çirkin ve sapıkça konuşmalar yaptı. Nihayet araba durdu, gemiye bindirileceğiz. Binbaşı eline listeyi aldı ve gemi komutanına ‘İşte size 20 baş hayvan getirdim’ diye bağırarak söyledi. Arabadan çıkıp gemiye atlayanın da yemediği tekme, küfür, hakaret yoktu. Aynı bed muamele Yassıada’ya çıkarken de tekrarlandı. Ada komutanı Tarık Güryay, aramızda eli sopayla dolaşır, önünde herkesin ayağa kalkmasını isterdi. Yine de, hakaret ve işkence yapmaktan geri durmazdı. Bütün asker ve subayları dolduruşa getirmişlerdi. Hepsi bizi birer vatan haini gibi görüyordu. Gördüğümüz muamele de ona göre oluyordu. Hiç unutmam, yanımda arkadaşım Selahaddin Karayavuz vardı. Ona, ‘Ben bu şartlarda burada yaşayamam. Bu haysiyetsiz muamele karşısında, kafamı demirlere vura vura öleceğim’ dedim.”
Son sözler, son bakışlar
Duruşmaların sona ermesiyle birlikte, bütün dikkatler verilecek cezalara odaklandı. Mazlûm maznunlar, bir süreyle çekmiş oldukları eziyetlerin neticesinde, bitkin ve perişan bir vaziyette iken, cezalarının infaz edileceği günü bekliyorlardı. Aynı sıkıntıları paylaşan şair Faruk Nafiz, orada yaşadıklarını şu sözlerle mısralaştırıyordu:
“Gece zindanda Yusuflar sıralanmış yatıyor
Yüzlerinden okudum sapsarı rüyâlarını
Kimi sehpada görür kendini çarmıhta kimi
Ve ararlar yine zindandaki dünyalarını”
Zindandan sehpaya doğru giden bu kahramanların son duruşları, son bakışları gibi, son sözleri de şâyân-ı hayret ve takdirdir. İzzetlerinden, vakarlarından zerrece taviz vermediler. Yiğitçe durdular ve ölüme de merdane bakarak gittiler. Üç şehitten merhum Hasan Polatkan’ı hemen hiç konuşturmadılar, hatta onun 170 sayfayı aşan müdafaasını dahi yok saydılar. Feryadına karşılık ise, ‘Kısa kes, otur yerine!’ azarıyla mukabele ettiler. (Polatkan’ın savunması, Rasim Ekşi tarafından kitaplaştırıldı.)
Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam [bu kelimenin üzeri çizilip ‘merhametim’ yapılmıştır] sizlerle beraberdir.
İlk yorumu siz yazın