“KADIYI SATIN ALDIĞIN GÜN ADALET ÖLÜR”

“Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür.”

Başlıkta ve devamında yer alan bu veciz ifade Fatih Sultan Mehmet’e atfediliyor. Her kim söylemiş olursa olsun, adaleti sağlamanın ne kadar önemli olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekici bir tespit.

Cuma namazında hutbenin sonunda dinlediğimiz “Muhakkak, Allah, adaleti, iyiliği, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar” 1 âyet-i kerimesi, İslâm dininde adalete verilen ehemmiyeti her seferinde bize bir kez daha hatırlatır. Kıssalara konu olan, asırlardan tâ günümüze dek ulaşan çeşitli ihtida hikâyelerinde de adalet timsali olan Müslümanlardan etkilenerek İslâm’ı seçenlerle karşılaşabilmemiz mümkün.

Aslında bu durum, Üstad Bediüzzaman’ın “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler.” 2 tespitinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. Biz Müslümanlar hâl ve hareketlerimizle tam ve gerçek adaleti temsil etmeyi başarabilseydik, diğer ülke ve milletlere rol model olsaydık, adalet mekanizmasının kusursuz işlediği bir yapıyla yükselseydik, İslâm’a olan ilgi kuvvetle muhtemel daha da artacaktı.

 

Geçmiş, muhteşem adalet örnekleriyle dolu

Padişahın arzusunun hilafına hareket ederek mermer sütunları kısalttığı için eli kesilen Rum mimarın Fatih Sultan Mehmet’i mahkûm ettirebildiği, duruşma esnasında baş köşeye geçmek isteyen padişaha “Hasmınla mürafaa-i şer’î olacaksın, ayakta beraber dur!” diyebilen kadıların görevde kalabildiği bir adalet sistemi, aradan asırlar geçmesine rağmen var mı? Bu yargılamanın sonunda padişahın elinin kesilmesine karar verildiğini de not düşelim. Neyse ki mimar kısası istemiyor ve tazminatı yeterli görüyor.

Hz. Ali, Yahudiye karşı açtığı davayı kaybediyor

İslâm devletinin başkanı, Müslümanların halifesi ve cennetle müjdelenen sahabelerden biri olan Hz. Ali; yere düşürdüğü zırhını, kimselere söylemeden alan Yahudi ile mahkeme önünde eşitlik içinde yargılanır. Malını zor kullanarak geri almaz. Mahkemeye çıktıklarında Kadı Şüreyh Hazreti Ali’ye sorar: “Ya Ali, bu zırhın senin olduğuna şahidin var mıdır?” Hazreti Ali bu zırhın kendisinin olduğuna şahitlerinin olduğunu ve bunların birinin oğlu Hazreti Hasan ve diğerinin de hizmetkârı Kanber olduğunu söyler.

Kadı Şüreyh cevap verir: “Oğlun ve hizmetçin senin yakınlarındırlar. Senin hakkında şahitlikleri geçerli değildir. Başka şahidin var mı?” Hazreti Ali başka şahidinin olmadığını söyler. Bunun üzerine Hazreti Ali zırhın kendisinin olduğunu ispat edemez ve davayı kaybeder.

Müslümanların halifesi, Müslüman diyarında, Müslüman mahkemesinde bir Yahudi’ye karşı açtığı davayı kaybeder. Bu adaleti gören Yahudi Müslüman olur ve Hazreti Ali’ye şöyle söyler: “Ey müminlerin emiri, bu zırh gerçekten de sizindir. Ben sizin arkanızdan giderken yolda rastladım. Sizin düşürdüğünüz kesin. Gördüğüm bu adalet karşısında daha fazla direnmiyor, ben de Müslüman oluyorum. Adaletin böylesi ile sadece Arabistan’ı değil, bütün dünyayı idare etmek mümkündür.”

 

Selâhaddin Eyyubî’nin adaleti

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Münazarat’ta da “Medar-ı fahriniz olan Selâhaddin Eyyubî’nin miskin bir Hıristiyan ile mürafaası” şeklinde bir ifade geçiyor. Buradaki hadise, Namık Kemal’in Selâhaddin Eyyubî’yi anlattığı kitabında kısaca şöyle aktarılıyor:

“(Eyyubî) Bir sebepten dolayı kendisini şeriat mahkemesine davet eden bir Ermeni ile yan yana ayakta durarak muhakeme olunduktan ve davasını kazandıktan sonra ‘Allah’ın emirlerine itaatime gösterdiğin güvenin mükâfatıdır’ diyerek hasmına birçok ikram ve ihsanlarda bulundu.”3

Bir örnek de Muharrem Kesik’in “Selâhaddin Eyyubî’nin 10 liderlik sırrı” yazısından:

“Akka karşısında karargâh kurduğu sıradaydı; ordu kadısı ile birlikte at sırtında dolaşırken bir Yahudi onlara şöyle bağırdı: ‘Müslümanların şeriatından yardım istiyorum.’

“Gulâmlar (askerler) hemen adama sordular: ‘Kimden şikâyetçisin, sana haksızlık yapan kimdir, bize söyle.’ Yahudi cevap verdi: ‘Sultanın kendisi. Gulâmları bana tecavüz etti.’

“Bu sözleri işiten Sultanın çok canı sıkıldı ve derhal atından indi. Onu gören kadı da atından indi. Sultan, kadının karşısında Yahudi ile yan yana durdu. Yahudi anlatmaya başladı: Ben Şam tacirlerindenim. Deniz yolu ile İskenderiye’den geliyorum. Yanımda yirmi yük şeker vardı. Akka limanına çıkınca adamlarınız beni soydular ve bana ‘Sen kâfirsin, malların Sultanın hakkı’ dediler.”

“Bunun üzerine Sultan şekere el koyanları getirtti. Bunlar şekeri hazineye teslim ettiklerini söylediklerinden, şekerin bedeli Yahudi tacire ödendi.”4

Gerçekten de harika, değil mi? Bu hikâyelerden çıkarılacak çok fazla ders var. Özellikle adaleti sağlayarak, mülkün temelini korumakla yükümlü devlet görevlileri için.

Yukarıda verdiğimiz örnekler İslâm’ın tesis ettiği adalet hakikatinin yansımalarıdır. Ve tüm bu şahsiyetler, hayatın her alanında olduğu gibi adalet mekanizmasının işlemesinde rehber olan Efendimizin (asm) yolundan giden ve kendileri de tabir-i caizse İslâm’ın birer temsilcisi olan şahsiyetlerdir. Onlardan öğreneceğimiz çok şey, hayatlarından çıkaracağımız çok dersler var.

 

Mücahit Çakır
sehavetkar@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*