“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”
Hz. Ali’den mevkuf bir hadis olarak rivayet edilen bu söz oldukça düşündürdü beni. İnsanın dünyadaki oyun ve oyalanmasının öz bir tarifi adeta. Bu sayıda “Helal yaşamak” üzerine zihinim yoğunlaşmışken, insanın en temel sorununun “düşünmemek” olduğunu idrak ettim bir kez daha.
Sadece yaşıyorduk çoğu zaman, düşünmeksizin. Adeta bir uyku, bir rüya hâli. Gerçek uyanışın ölümle geleceği muhakkak, lakin “ölmeden evvel ölmenin” sırrı insanın kendi içinde. Bundandır ki, arayıp bulmak ve hüşyâr kalmaya gayret etmek olmalı insanın meselesi… Bediüzzaman Hazretleri’nin Mesnevî-i Nuriye’de geçen şu hitabı da teyit ediyor bu durumu: “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler!”
Mânâ itibariyle doğru olduğu kabul edilen şu söz ise, uyanışın ölmekle olduğunu ve bunun dünyadaki yolunu tarif ediyor: “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvanî ve nefsanî hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.”
Yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun Kasım sonunda gösterime giren Buğday/Grain filmi de, “Hepimiz bir rüyadayız, ölünce uyanacağız” sözleriyle başlıyordu. Zaten gitmeyi düşündüğüm bu filmi, kapak konumuza tevafuk ettiği için özellikle izlemek istedim. Gerek sanatsal yönünün başarısı, gerekse insana ve kâinata dair çok önemli mesajları içermesi nedeniyle herkesin izlemesi gerektiğini düşündüğüm bu filmin analizi bu satırların yeri değil elbet.
Peki, niçin buraya konu ettim? Allah, çok kapsamlı teçhizatlarla yarattığı ve sonsuz nimetlerle rahmet ettiği kullarından, gene kendileri için, tabir-i caiz ise “helâl bir yaşama gayreti” istiyor. Kâinata da bunun pek çok mümkün şeklini yerleştiriyor. Maddî ve manevî rızıklanma için pek çok istifade yolunu açıyor. Beşerin bulaşık eli, kâinatın dengesini, kendisinin ve diğer tüm canlıların zarar göreceği ve istifadesinin azalacağı, bazen de yok olacağı bir biçimde bozuyor. İşte Buğday filminde bu bozulma çok etkileyici bir şekilde ele alınıyor. Genetiği değiştirilmiş buğdayın nasıl tüm canlıların hayatını olumsuz etkilediği ve ölümlere sebep olduğu anlatılırken, kişinin kendi içine doğru yapması gereken yolculuğun önemi de filmin ana temasını oluşturuyor. Kaplanoğlu, “Ben bir yönetmen olarak toprağa, tohumlara, yaradılışa saygı olarak bu filmi yapmaya çalıştım” diyor filmini anlatırken. Kâmil insan olma yolculuğunu anlatıyor insanın.
Filmin bir yerinde, Hızır’ı (as) oynayan oyuncu, kâinatta bir şeyi bozduğumuz zaman, insanın içinde de bir şeyi bozduğumuzu, söylüyordu. Risale-i Nur’da geçen, “insan küçültülmüş bir kâinattır”, ifadesi koşup geldi yanıma bu sahnede.
Filmin son sahnesi ise, karıncanın genetiği değiştirilmemiş buğdayı yuvasına taşıdığı sahneydi; başrol oyuncusunun “buğday mı, nefes mi?” sorusunun cevabını bulduğu…
Allah’ın bize, nimetlerin nümûnelerini ve gölgelerini sunduğu bu dünyada, asıllara ve menba’lara ulaşmanın yolu, “helal yaşamaktan” geçiyordu işte. “Eve dönüş yolculuğu”nda “öz”e ulaşmak için kendine, diğer varlıklara, dolayısıyla kâinata zarar vermemekten…
Sevgili Okur;
Nefesimiz kesilmeden önce “eve dönüş” yollarından sapmamayı öğrenmemiz gerek. Yeni senemiz bu ma’rifete gebedir inşaallah.
İlk yorumu siz yazın