Bir hakikatin adı: Mu’cize-i Kur’ân

Mu’cizelerin kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm, şu kâinat kitabının ezelî bir tercümesi, İslâm âleminin güneşi, insan âleminin mürebbîsi, hem bir şeriat kitabı, hem bir dua kitabı, hem bir emir ve davet kitabı, hem zikir kitabı, hem de Allah’ın (cc) kelâmı, fermanı, hitabı, ezelî hutbesidir.

Tüm bunların tek bir kitapta bulunuyor oluşu, yani hârikulâde camiiyyeti ise onun ne derece mu’cizevî olduğunun en bariz delilidir. O öyle bir mu’cizedir ki, hem geçmişten, hem de gelecekten apaçık haberler verir. Hem öyle bir surette geçmişteki enbiyalardan ve yaşadıkları hadiselerden bahseder ki, adeta bütün o hâlleri görür. Bazen olur geleceğe ait haberleri aynı açıklıkla bildirir. Öyleyse Kur’ân her asırda tazeliğini ve gençliğini muhafaza ederek, bu birbirinden farklı asırlarda güya o asra mahsusmuş gibi ders verir. Hâlbuki insanoğlunun kanunları ve eserleri insan gibi zamanla ihtiyar oluyor, değişiyor. Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları o kadar sabit ve sağlamdır ki, asırlar geçtikte daha da kuvvetini gösteriyor. (Bir kısım insanların bilim ilerledikçe Kur’ân’ı daha iyi anlıyoruz demelerindeki sırlardan biri de budur.) Hem Kur’ân, her asırda, a’vamdan âlime kadar insan tabakalarının her birine ayrı ayrı birden hitap eder. Yani bir âyetten her bir insan tabakası ayrı ayrı hissesini alır. Her bir sınıf zanneder ki, muhatap bizzat yalnız kendisidir.

Ciltler dolusu bilgiyi bir kitapta toplamak ise, belâgatin kemâl noktaya ulaşması anlamına gelir. Zaten belâgat, en iyi şekilde konuşma, san’atlı ve nizamlı söz, bir şeyde gizli olan derin anlam, hiçbir yanlış ve eksik anlayışa yer bırakmadan, yorum gerektirmeden, düzgün anlatma sanatıdır. Kur’ân’ın mu’cizeliği işte tam da bu belâgatındadır.

O belâgat ise, Kur’ân âyetlerinin ve kelimelerinin diziliş düzenindeki kalınlık incelik uyumuna göre yerli yerinde kullanılmasından doğan güzellik, hatta bir harfin dahi olabileceği en güzel yerde olmasıdır. Mesela, “And olsun ki Rabbinin azabından küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa…” (Enbiya Suresi, 46) âyetinde “dokunur” anlamına gelen “messe” kelimesi Arapça’da miktarca azlığa, hatta en cüz’i olana bakar. Bu da demek olur ki azıcık dokunur. Yine küçük bir esinti anlamına gelen “nefhâtun” kelimesi bir kokucuk olup azlığı ifade eder. Çekimi ise “bir” anlamına gelir. Bu da sarf ilminde “biricik” demektir. Yine buna göre kelimenin belirsiz olduğunu gösteren tenvin (tun) daha da azaltmak içindir ki; “o kadar küçük bir esinti ki bilinemiyor” anlamına denk düşer. Yine “Rabbinin” lafzı; Kahhar, Cabbar, Müntakim gibi Allah’ın (cc) isimlerine göre içinde şefkati barındırır. Görüldüğü üzere bütün âyet birbiri ile uyum içindedir. Her biri bir diğerini destekler ve tamamının içinde “azlık” vardır. ‘İşte bu kadar azlık içindeki bir parça azap böyle tesirli ise, Cenab-ı Hakk’ın çok şiddetli azabı ne kadar dehşetli olur kıyas edebilirsiniz’ diye bu âyet ifade eder.

Esasında bu da, Kur’ân-ı Kerîm, ayrı ayrı zamanlarda, parça parça nüzul ettiği hâlde âyetleri ve kelimeleri arasında metîn bir tesanüd, kuvvetli bir yardımlaşma, birbirlerine cevap verme durumunun söz konusu olduğunu gösterir. Dolayısıyla Kur’ân’daki her bir âyet her bir harf (en uzaktan en yakına) birbiri ile bağlantılıdır. Nasıl ki büyük kâinat kitabındaki her şey ince, ulvî bir nizam ile birbirine bağlı ve birbiri ile etkileşim hâlindedir. Aynen öyle de Kur’ân-ı Kerîm’deki âyet ve kelimeler arasında parçalanmayı ve bölünmeyi kabul etmeyecek kadar sıkı bir bağ vardır. Tüm bunlar doğrultusunda modern yöntemlerden biri olan metin dilbilimsel açıdan bakıldığında bu kitap ancak “mu’cize” kelimesi ile ifade edilebilir.

Ayrıca onun üslubu, dinleyenleri cezb edecek kadar güzel ve üstündür. Tekrarı usanç yerine şevk verir. Kâh olur bir âyeti bir küçük sûre; kâh olur bir sûre küçük bir Kur’ân’dır. Bu küllî kitabın hülâsası bazen bir küçük sûreye sığdırılmıştır. Fuzulî ve lüzumsuz maddeleri yoktur. Tek bir harfi dahi içinden gereksiz diye çıkarılamaz. Mânâları son derece kuvvetli ve haktır; hiçbir zaman aksi ispat edilememiştir. Malûm ki, edebî metinlerde ya söz güzelliğine ağırlık verilir yahut mânâ güzelliğine. İkisini bir arada tutmak son derece müşküldür. Kur’ân-ı Azimüşşan ise, her ikisinde de en üstte, ulaşılamayacak bir noktadadır.

Zaten i’câz (mucize) kelimesi, “acz” kökünden türemiştir. İf’âl babının* mastarı olan bu kelime “aciz bırakmak” anlamına gelir. Belâgatı, muhtevası ve gayptan haber vermesi vb. cihetleri ile İ’cazü’l-Kur’ân’ın benzeri insanlar tarafından meydana getirilemez.

Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın nüzul ettiği, fesahat ve belâgatın son derece kıymetli olduğu Arap Yarım Adası’nda edebiyat en ileride ve en yüksek mertebede idi. Belâgat o kadar kıymetliydi ki, bir edibin sözü ile savaş başlar, bir sözü ile savaş biterdi. Eğer benzerini getirmek mümkün olsaydı, savaş da dâhil, her yola başvuran müşrikler, böylesi edipleri varken namus ve izzet meselesi olan bu konuda girişimde bulunacaklardı. Çünkü Kur’ân’ın Allah’ın (cc) kelâmı olduğunu inkâr edenlere, “Şüpheniz varsa haydi onun benzeri bir sûre getirin. Allah’tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın). Eğer yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız- yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış cehennem ateşinden sakının” (Bakara Sûresi, 23-24) fermanıyla damarlarına şiddetle dokundurmuş, gururlarını kırmış, “Ya muaraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir!” (Bakara Sûresi, 24) diye meydan okumuştur.

Tabiî buradaki asıl maksat, insanların Kur’ân’ın meydan okumasına karşı acziyetini ispat değil; Kur’ân’ın hak kitap olduğunu ve onu getiren Peygamberin hak peygamber olduğunun ispatıdır. Diğer bir ifadeyle iman ve hidayetle alâkalı hakikat çizgisinin belirgin bir hâle getirilmesidir. (Zerkânî, 1988: 354; Kaya, 2017: 247)

Öyleyse son söz olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin de ifade ettiği üzere: “Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bakî varken, başka bürhan aramak aklıma zait görünür. Elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?” (Sözler)

*-di’li geçmiş zamandaki üç harfli bir fiilin başına, hemze getirilerek elde edilen ve fiilin yeni bir anlam kazanmasına yol açan kalıptır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*