
Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.
Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış ve resmen zabta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve latif bir kıssa-i müdafaayı beyan ediyorum:
Orada benden sordular ki: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”
Ben de dedim:
Yaşlı mahkeme reisinden başka, daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayat’ım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: “Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum.”
Sonra dediler: “Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun.”
Cevaben diyordum: “Hulefa-i Raşidîn hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
İşte ey müdde-i umumî ve mahkeme azaları! Elli seneden beri, bende olan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim.
Şualar, On İkinci Şua, Y. Asya Neşriyat, 2017, s. 310
***
Cumhuriyet ki (HAŞİYE) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.
Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat tevzi olunmuş olur. “İnnallahe lekaviyyün azîzün” [Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve pek izzetlidir. (Hac Suresi: 40.)] hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.
Hâşiye: O zaman “Meşrutiyet,” şimdi o kelime yerine “Cumhuriyet” konulmuş.
Eski Said Dönemi Eserleri, Y. Asya Neşriyat, 2017, s. 45
LUGATÇE:
ahkâm: hükümler, kanunlar.
amir-i vicdanî: vicdana emreden, vicdanı çalıştıran; vicdanın emredici olması.
Aşere-i Mübeşşere: hayatta iken Cennetle müjdelenen on Sahabe.
bîtaraf: tarafsız.
hâlî: boş, sessiz.
Hulefa-i Raşidîn: Dört Halife (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali.)
inziva: bir köşeye çekilme.
istibdat: baskı, tahakküm, keyfî idare.
kanunda inhisar-ı kuvvet: kuvvetin kanunda olması.
kıssa-i müdafaa: müdafaa bahsi, müdafaa kıssası.
marifet-i tam: hakikî manada tam bir eğitim ve aydınlanma.
medeniyet-i âmm: herkese, umuma ait medeniyet, bütün insanlığa ait olan medeniyet.
sefahetçi: meşru olmayan eğlencelere düşkün olan.
Selef-i Salihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri; Ashab ile Tabiînin ileri gelenleri ile Tebe-i Tâbiînden olan Müslümanlar.
Sıddık-ı Ekber: “en büyük sıddık (sadakat sahibi)” anlamında Hazret-i Ebu Bekir’in lâkabı.
şimal: kuzey.
tevzi olunmak: dağıtılmak.
İlk yorumu siz yazın