Cumhuriyet yaygın bilinen şekli ile halkı eksene alarak uygulanan yönetim usulüdür. Cumhurî sistemlerde kararlar ve uygulamalar halkı önceleyerek yapılır, halktan olan herkes de yine halkı için çalışır, cumhurî sistemlerde herkesin himmeti milleti içindir.
İnsanın menfaatini gözeten Cumhuriyet sistemi, rejim olarak olmasa da uygulama olarak zaman içerisinde büyük devletler tarafından benimsenmiş, İngiltere, Almanya gibi monarşi ile yönetilen ülkeler bile yönetimlerini Cumhuriyet’in elementleri olan parlamento ve kanunlar ile dengelemiştir. Günümüzdeki gelişmiş devletlerin tümü ya tamamen ya da kısmen Cumhuriyet ile idare edilmektedir.
Tarihimizde Cumhuriyet ve dindarlık ilişkisi çok tartışılagelmiş bir konu olup, bir kısım insanlar dindarlık ile Cumhuriyet’in birbiri ile çeliştiğini düşünerek din ve dindarlık namına Cumhuriyet’e karşı çıkmış, diğer bir kesim ise Cumhuriyet namına dini ve dindarları reddederek Cumhuriyet’i din aleyhinde su-i istimal etmiştir. Temeli Meşrutiyet dönemindeki meşrutiyet-şeriat ilişkisine dayanan bu tartışmalara en güzel açıklamayı her iki dönemde de Bediüzzaman Said Nursî getirmiştir. Meşrutiyet için; “Meşrutiyet, şeriattandır ruhu da ondandır” diyen Bediüzzaman, Cumhuriyet’i de Meşrutiyet mânâsında kabul ederek kendisini de “dindar bir Cumhuriyetçi” olarak tanımlamıştır.
Dindarlık ile Cumhuriyet bir arada düşünüldüğü zaman, “dindar Cumhuriyet” kuvvetini dinden alan ve dinin emirleri doğrultusunda insanı eksene alıp milletin menfaatini önceleyen Cumhuriyet idaresidir. Bediüzzaman’ın tanımı ile “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibaret” olan Cumhuriyet, dindar Cumhuriyet olunca adalet esaslarını, meşveret usulünü ve sınırlarını Kur’ân-ı Kerîm’den alan ve bunlar üzerine tesis edilmiş olan kanunlar ile iktidarın gücünü sınırlayan ve iktidarı halkına karşı sorumlu kılan inanca dayalı Cumhuriyet idaresidir. Dindar Cumhuriyet’te idarecinin istibdadının önündeki en büyük engel yargılanma korkusu değil Allah korkusudur. İnancı olmayan bir idareci iktidar olduğunda ise, onu sınırlayıp engelleyecek olan şey, insan hukukunu gözeten kanunlardır. Milletin istikbali ile ilgili kararlar ise meşveret vazifesini görecek bir parlamento ile Allah rızası doğrultusunda milletin hukuku en güzel şekilde müdafaa edilerek alınır. Bediüzzaman bu yönü ile Cumhuriyet fikrini desteklemiş ve milletin menfaatini gözeten cihetleri ile Cumhuriyet’e din ve dindarlık namına sahip çıkmıştır. Cumhuriyet’in yanlış uygulanan şekillerine de her zaman ve zeminde fikren karşı çıkmış Cumhuriyet ve İslâmiyet’in hukukunu beraber muhafaza etmiştir. Kendisine karşı yapılan rejim karşıtlığı ithamını da böylece çürütmüş ve kendisine bu bahane ile zulmedenlerden daha Cumhuriyetçi olduğunu hayatı ve fikirleri ile ispat etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî, Cumhuriyet fikrine öyle bir muhabbet besler ki, gençliğinde Tillo’da inzivada iken içtiği çorbanın tanelerini yemeyip karıncalara verir ve neden böyle yaptığını soranlara da “Bu karınca ve arı milletleri Cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum” der.Daha sonra Eskişehir Mahkemesi’nde yaptığı savunmasında da dindar bir Cumhuriyetçi olduğunu ifade ettikten sonra bu misali anlatır. Evet, karınca ve arılar Cumhuriyetçidirler, çünkü bu mahlûkatların her bir ferdi bir Cumhuriyet gibi, bir kolonide ya da kovanda beraber yaşar ve rızık temini, yuvanın savunması gibi işleri beraber görerek, kendi kolonisi ve kovanı için gayret gösterir, gerekirse canını da feda eder. Başka hayvan cinslerinde bu çeşit bir yaşam tarzı görülmez, kuşlar, yırtıcılar, sürüngenler gibi diğer mahlûkatın her biri ayrı bir yuvada kendi ailesi ile yaşarken karınca ve arılar toplu olarak bir arada yaşarlar. Bu vaziyetleri de elbette Cumhuriyet hakikatine uygun bir vaziyettir. Bu vaziyetten aldıkları kuvvet sayesinde ayılar ve sürüngenler gibi tehlikeli mahlûkata karşı bile kendilerini ve yuvalarını muhafaza ederler ve kış boyunca yuvalarından çıkmadan, zamanında hep beraber toplayıp depoladıkları rızkı paylaşarak yaşayabilirler.
Bediüzzaman’ın Cumhuriyet hakikatine kâinattan örnek getirmesindeki bir hikmet de Cumhuriyet idaresinin şeriat-ı fıtrîye denilen kâinata konulan kanunlara muvafık düştüğünü göstermektir. Çünkü şeriat-ı fıtrîye hakikatine riayet etmeyenlerin kâinatta muvaffak olması mümkün değildir. Bir arada yaşama mecburiyeti olan insanların da Cumhuriyet hakikatindeki birlikte yaşama kültürü olan şeriat-ı fıtrîyeye imtisal etmesi gerekir. Birbirinin hukukuna riayet ederek birlikte yaşayabilmenin yolu Cumhuriyet idaresinden geçer. Bu yüzden dünya ülkelerinin birçoğu kısmen ya da tamamen Cumhuriyet idaresini tatbik etmeye başlamışlardır. Dünya üzerinde parlamentosu ve anayasası, kanunları olmayan devlet idareleri neredeyse yok gibidir. Cumhuriyet’i tam tatbik edemeyen ülkeler ise günümüzde sağlam bir idarî düzen ve devlet idaresi tutturamamakta, ihtilal ve iç savaş gibi birlikte yaşamanın şartlarını yerine getirmemekten doğan sorunlar ile baş etmeye mecbur olmaktadırlar.
Cumhuriyet, adalettir. Cumhuriyet, meşverettir. Cumhuriyet, birlikte bir ve beraberce yaşamaktır. Cumhuriyet, şeriat-ı fıtrîyedir, fıtrata en uygun idare biçimidir. Cumhuriyet’e muhalif hareket etmek ve Cumhuriyet’in getirdiği mehasini reddetmek fıtrata muhalefet etmektir. Devletlerin fıtratı Cumhuriyet’tir, fıtratına uygun hareket etmeyen devletler ise terakkî edemezler, birlikte yaşama kültürü geliştiremezler, içte ve dışta dayanışmayı muhafaza edemezler ve dış müdahalelere açık olurlar. Cumhuriyet’i, devletin fıtratı doğrultusunda kısmen ya da tamamen tatbik eden devletler ise terakkî ederler, karınca ve arıların dayanışmasından aldığı kuvvet gibi dayanışmadan büyük bir kuvvet alıp kendi ekonomik ve fizikî güçlerinden fazlasını başarabilirler.
İlk yorumu siz yazın