Son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram Toplumsal Cinsiyet. Bu yazıda mezkûr kavramın tanım(lar)ından ve bir mü’min, Müslüman olarak
benim dünyamda ne anlama geldiğinden bahsedeceğim.
Cinsiyet için yapılan toplumsal/biyolojik ayrımı çok eski değil. Transseksüellik üzerine çalışan bir psikolog, cinsiyetin kromozom, genital organlar, hormonlar ve diğer bir takım fiziksel özelliklerle ilgili olan kısmını biyolojik; kişinin sergilediği davranışlar, sosyal roller ve kimlikle ilişkili kısmını ise toplumsal olarak nitelendirmiş. Feminist teorisyenler bu ayrımı çalışma alanları için faydalı bularak sosyoloji ve antropolojiye de uyarlamışlar. Toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet ayrımı ilk olarak bu şekilde çıkmış olsa da, bu zamana kadar üzerinde tam bir mutabakata varılmış bir ayrım değil. Feminist teorinin hem içinden hem dışından pek çok eleştiriye tâbi tutuluyor ve farklı şekillerde tanımlanıyor. Cinsiyetin tamamen toplumsal olduğunu iddia edenler, biyolojik determinizmi savunarak cinsiyet rollerinin belirlenmesinde toplumun/kültürün etkisi yoktur diyenler, ayrımı konuyu incelemek açısından işlevsel bulanlar, bu şekilde bakmanın sığ ve niteliksiz olduğunu söyleyerek karşı çıkanlar, kısmen kabul eden ama eleştirel yaklaşanlar…1
Literatürde bu tartışmalar süredursun, akademi dışındaki insanları ilgilendiren, sosyal politikalarda ve günlük hayatta karşımıza çıkan Toplumsal Cinsiyet tanımlarına bakalım. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yaptığı Toplumsal Cinsiyet tanımlaması sosyal olarak inşa edilmiş kadınlık ve erkeklik özelliklerini (normlar, roller, grup içi ve gruplar arası sosyal ilişkiler vs.) kapsar. Tanımı gereği kültürden kültüre farklılık gösterebilir. İstanbul Sözleşmesi’nde yine WHO ile benzer bir tanım yapılarak “herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak tanımlanmış. Bu tanımlar üzerinden ortaya konmuş diğer bir kavramsa “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”. Bir kimsenin cinsiyeti sebebiyle herhangi bir ayrımcılığa, olumsuz muameleye uğramaması ve toplumda eşit fırsat verilmesini ifade ediyor.
Cinsiyet, biyoloji ve kültür üzerine tartışmayı akademiye, işin politik uygulamalarını ilgililere bırakalım, tanımları cebimize koyalım ve gelelim işin bize dokunduğu noktaya. Bu tanımların, tartışmaların benim dünyamda yeri ne? Beni ne kadar ilgilendiriyor? İman eğitimime katkısı ne?
Benim dünyamda bu mesele din ve kültür ilişkisi bağlamında yer ediniyor.2 Toplumsal cinsiyetin bu noktada önemli olan özelliği kültürden kültüre değişebiliyor olması. Bu durumda temel soru şu: Toplum içinde var olurken, cinsiyet sebebiyle yaşanan farklılıkların ne kadarı dinden geliyor, ne kadarı kültür kaynaklı. Ne fark eder, diyebilirsiniz belki. Mesele tahkik ederek yaşamakla, görenek belasından sıyrılmakla, kültür yoluyla gelen tahakkümden ve adaletsizlikten kurtulmakla ilgili.3
Bir davranışta ısrar edildiğinde söylenen bir laf vardır halk arasında: “Farz mıdır, vacip midir?” diye. İlla ki böyle olacak, ısrarının gereksizliğini vurgulaması bir yana, önemli bir noktaya işaret ediyor bu ifade aslında. Sadece Allah’ın emrettikleri kesindir. Mesela namaz dünyanın neresinde olursanız olun, inananlara farzdır. Ama namaz kılarken ne giyeceğiniz yaşadığınız iklime, kültüre, maddî durumunuza vs. bağlıdır. Diyelim ki, bulunduğu yerde yalnızca yeşil renk kıyafet üretilen, dolayısıyla başka bir renk kıyafet bilmeyen birisi “Namaz kılarken yeşil elbise giymek gerekir, başka türlü olmaz” desin. Hatta bu kişi, bir başka memlekete göç etsin ve o memlekette de insanlar sadece turuncu giyiniyor olsun. Bu kişi, bu memlekettekilerin namazı namaz değil, çünkü yeşil elbise giymiyorlar, dese komik duruma düşmez mi? Hatta belki dini gereksiz yere zorlaştırdığı ve insanları itham ettiği için zarara bile girebilir. Aslında yaptığı, dini kendi kültürüyle mezc ederek ayrıştırılamaz bir hâle getirmesi, ilâhî olanla beşerî olanı ayıramamasıdır. Bu örnek komik, belki gerçek dışı gelebilir, ancak en az bu kadar komik, ama maalesef gerçek örneklerini çok sık deneyimliyoruz hayatımızda.
Kadın ve erkek farklı özelliklere sahip olarak yaratılmıştır, evet. Sosyal hayatta kimi konularda birbirlerinden farklı vazifeleri üstlenecek donanıma sahiptirler. Bu farklılığın bir adaletsizliğe sebep olması, âdil ve hikmetli bir yaratıcı için düşünülemez. Ancak beşer, neredeyse her elini soktuğu şeyi bulandırır. Kadın ve erkekte farklı esmanın tecellîsine veya aynı ismin farklı yansımalarına zemin oluşturacak özellikleri abartarak, meyilleri yanlış yönlere besleyerek adaletsiz ve zalimce uygulamalara sebebiyet veriyor. Toplumun kadına ve erkeğe yüklediği gereksiz ağır yükler sebebiyle her iki cinsin yaşadıkları günlük sıkıntılar azımsanamayacak boyutlarda. Erkeğin gadap duygusunu yanlış bir biçimde besleyerek zulüm ve tahakkümünü mazur görmeye, kadının toplumsal rolleri aşırı benimseyerek madde ve güzellik odaklı bir yaşam sürerek ilimden uzaklaşmasına yol açar, gibi. Bu örnekler diğer yazılarda teferruatıyla işleneceğinden çoğaltmıyorum.
Şu soruyu sormanın önemli olduğunu düşünüyorum: Cinsiyetimiz dolayısıyla sahip olduğumuz özelliklerin, sergilediğimiz davranışların, yapabileceklerimiz ve yapamayacaklarımız konusundaki inançlarımızın ve bizden beklenenlerin ne kadarı ilâhî ölçülerden geliyor, ne kadarı görenek belasından?
Tüm bu Toplumsal Cinsiyet tartışmaları, feminizm gibi akımlar, sıklıkla yanlış öncüllere dayanıyor olsalar da, bizâtihi tecrübe edilen, hatta ciddi yaralara ve acılara sebep olmuş durumlar neticesinde çıkıyor. Bu açıdan, geçmişlerini inkâr etmenin, yaşanan sorunları görmezden gelmenin, birtakım karşıt söylemleri ezbere tekrarlamanın bir anlamı yok. Dinlemek, kendi kabullerimizi sorgulayıp temizlemek, iman ve yaratılış perspektifinden çözüm üretmek zorundayız.
İlk yorumu siz yazın