Görünmez sarhoşluk: Maişet derdi

Zamanımızın sarhoşluk verici maddeleri oldukça çeşitli. Risale-i Nur’da “müskirat-ı manevîye” olarak geçen bir kavram sarhoşluk üzerine farklı bir pencere açıyor. Sarhoşluk için illa da içki, uyuşturucu gibi bir madde tüketmek gerekmiyor. Dinen yasaklanan “sarhoşluk” manevî ve soyut şekillerde de ortaya çıkabiliyor. Daha önce başka bir yazıda değindiğimiz gibi “helâl-haram” kavramlarını sadece maddeye hapsetmek, dini incelikle yaşamak isteyenlerin kaçınması gereken bir düşünce tümörü. Öyleyse sarhoşluk verici hepimizin bildiği maddeleri bir kenara bırakıp, genelde görmezden geldiğimiz, sarhoş edici olduğundan bîhaber olduğumuz, soyut-görünmez olduğu için sarhoşluk etkisini küçümsediğimiz “manevî sarhoşluğu” mercek altına alalım. Zira bu farkındalık eksikliği; uyuşturucu-içki gibi maddelerden ölesiye kaçınırken, bilgisizliğimizden kaynaklanan savunmasızlığımızdan ötürü manevî sarhoşluğa gark olmamıza, sarhoşluktan manevî latifelerimizi kullanamayacak hâle gelmemize neden oluyor.

Derslerimizde, tefekkürlerimizde çok bahis konusu yapmadığımız, ancak hayatımızı yakından ilgilendiren konulardan birisi; “derd-i maişet”, yani geçim sıkıntısı. İnsan olarak zaaflarımızdan birisi de genelde en problematik olan konuları en az konuşmamız, üzerini örtmemiz. Hayatlarımız adeta ikiye bölünmüş; birisi dinî pratiklerin yer aldığı, din ile yakından iştigal ettiğimiz bir alan veya zaman, diğeri kültürün, zamanın “kurallarına” göre yaşadığımız dünyevî alan veya zaman. “Derd-i maişet” dünyevî ihtiyaçlarımızı karşıladığımız dünyevî bir meşgale olduğu için pek haklı sebeplerle bu dünyevî hayat alanımıza dâhil oluyor. Kendi “dünyamızda” din ve dünya arasına kalın bir çizgi çektiğimiz için ikili hayatlar yaşıyoruz, bir hayata iki farklı dünyayı sığıştırıyoruz, çelişkili davranıyoruz, düşman düşünceleri barıştırıyoruz, göründüğün gibi olmak anlamındaki “sıdk” hakikatinden uzak düşüyoruz. Oysa insan (yani bu yazıyı yazan ve okuyan) bir memlüktür. Namaz kılarken ve çalışırken, evdeyken, camideyken ve işteyken aynı Rabbin kuludur. Her yerde ve zamanda aynı Zât’ın kanunları geçerlidir.

Bizim hiç düşünmeden “dünyalık” etiketini yapıştırdığımız “derd-i maişet” aslında o kadar da dünyalık değil. Hatta o itinayla ayırdığımız “dinî hayat” alanımızı doğrudan etkiler nitelikte. Çünkü biz ne kadar aksi gibi yaşamaya çalışsak da maddeyle mânâ ayrışmaz, insan ikiye bölünemez, hayat kalın çizgileri kabul etmez. İnsanın yaşamındaki her unsur birbirini etkiler niteliktedir. İşte bu “derd-i maişet meşgalesi” Bediüzzaman tarafından “müskirat-ı manevîye” olarak tanımlanıyor. Bizim o dünyevî diye ayırdığımız maişet alanı aslında manevî hayatımız için tehlike arz eden, manen ve ruhen sarhoş edebilen “önemli” bir alan.

Biz kısa yolları çok severiz. Eğer bir şey “zarar verici olabilecek” tabiattaysa ondan kaçma eğilimi gösteririz. Ancak “maişet meşgalesi” kaçılabilecek ya da kaçılması gereken bir durum değil. Zayıf ve sıradan “bunlar hep dünyalık işler, önemli değil bir şekilde geçinilir” nazarıyla geçiştirilemeyecek kadar hayatın merkezinde. Üstüne üstlük biz esaslı bir çözüm, sağlam bir bakış açısı inşa etmedikçe pek çok dostumuzu bu manevî sarhoşluğa kaptırmaya devam ediyoruz ve belki biz de kapılıyoruz.

Yazının devamına dergimizin Ağustos sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*