Mesele yine ağaç mı?

Geçtiğimiz ayın oldukça ateşli konusu Kaz Dağları-Kirazlı Projesi idi.

Yine doğal kaynaklara savaş açılırcasına “hizmet”. Derginin yeşil sayfasında hiç istemesem de bu konudan bahsetmek zorunda hissettim kendimi. Hiç istemiyorum, çünkü artık bu kaçıncı ve çünkü artık bu işin tadı kaçıyor. Çevreci oluşumlar ne kadar muhalefet ederse etsin, direnirse dirensin, imzalar atıldı, atılmaya da devam edecek. O yüzden bu işlere çok kafa yoran, ses çıkararak bir şeyleri değiştirebileceğine inanan çoğu kimsenin sanırım artık şevki de pek yoktur benim gibi.

Bu sayfada, imza kampanyaları reklamları, “hadi gelin birlik olalım, üstesinden geliriz” mesajları vermeyi bırakalı uzun zaman oldu. Halka rağmen halk için, doğaya rağmen millet için zihniyeti var oldukça; minimal hayata özendirmektense, siz harcayın biz daha çok üretelim zihniyeti yaşadıkça yeşil insanların gücü tükenmeye devam edecek ne yazık ki.

Bu meselenin ayrıntılarını, kullanılacak siyanürün havzaya sızma riskini, kesilen ağaç/kesmeyi hedefledikleri ağaç oranını, yapılan anlaşmanın bize ekonomik getirisinin ne olacağını yazmayacağım. Çünkü hem ilgilenmeyi bıraktım hem de bunlar zaten internet üzerinden kolay ulaşılabilen bilgiler. Biz artık biraz daha bu işin felsefesini yapalım istiyorum.

Kaz Dağları meselesiyle gün yüzüne çıkan bir şeyi bir kere daha fark ettim. Bir avuç da olsa, sonuca odaklanmadan sadece direniş gösteren, üzerine düşeni yapmaya çalışan insanlar var ülkemizde. Bu çok ümit verici bir şey. Olacak mı olmayacak mı, diye düşünmeden sadece elinden geleni yapan insan başarıya daha kolay ulaşır. Motivasyonu yüksektir. Dışarıya kulak asmadan sadece elinden geleni yapmayı, geçen aylarda domateslerden ve güneşten de öğrenmiştik.

Bir şeyi daha fark ettim. Sosyal medyanın tamirden çok tahribe yaraması. Belki sosyal medyanın gücü sayesinde artık güç sahipleri bir değil iki kere düşünerek adım atıyorlar, evet. Bir mesele etrafında dikkat toplamak, ses duyurmak çok daha kolaylaştı, ama aynı zamanda meselelere daha duyarsız hâle gelmemize yol açmadı mı sizce de?. Daha doğru bir ifadeyle, duyarlılığımızı sığlaştırdı sosyal medya. Doğru kullanmayı beceremedik ülke olarak. İki üç günlük akımlara kapılmaktan başka bir işte kullanamadık. Bu akımlar da asıl meselelerimize odaklanmaktan uzaklaştırdı bizi.

Veya bir başka yandan, sosyal medyada online attığımız bir imza kampanyası üzerimize düşeni yapmışlık hissi veriyor, ki bu da oldukça tehlikeli. Çünkü üzerimize düşen bu yaptığımızdan çok daha fazlası.  Her neyse, bu hamur çok su götürür.

Biz, yeşil veya yeşermeye çalışan insanlar olarak vatanseverliğimizle ön plana çıkmalıyız belki böyle durumlarda. İnat olsun, sevmediğim bir grubun dediği olmasın, diye karşıt fikre sahip çıkmaktansa, neye/neden karşı olduğumuzu temellendirmeliyiz.

Yeşile bakmanın strese, depresyona bile faydası var, sırf bu yüzden bile “Ağaç kesmeyin!” deme hakkımız var. “Allah’ın ağacını elin Kanadalısı kessin diye para aldın, sen bu parayla ne yaptın/ne yapacaksın?” deme hakkımız var. “İçme suyu rezervi açısından üçüncü dünya ülkelerinden iyi konumdayız diye har vurup harman savuramayız, para uğruna kirletemeyiz!” diyebilme hakkımız var. “Suların kirlenmesinden en çok aynı ülkeyi paylaştığım insanlar için endişe duyuyorum, bunun için bize hakaret edemezsiniz!” deme hakkımız var.

Elbette şunu da eklemek isterim. Söz konusu ağaç kesimi veya bu bahsedilen tahribatlar yeni olmadı, uzun bir zamandır görüşmeler yapılıyor, anlaşmalar imzalanıyor, ağaçlar kesiliyor. Neden ağaçlar kesildikten sonra bu kadar ses getirdi bu olay, diye düşününce, acaba bu da mı oyun, diye kalıveriyoruz.

Ah sevgili okurlar, zaman çok garip. Doğruyu bulmak çok zor. Siyahla beyaz hiç bu kadar karışmamıştı. Rabbim doğruluktan ayırmasın, doğruyu söyleme kuvvetimizi hep diri tutsun. Âmin.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*