Abdest:
Tozunu alırız bedenimizin. Suların tebessümü üstümüzdeki… “Abdest olmaya” akan suların şırıltısını duy hele! Gözlerimizin içi güler. Rüzgâr, abdesti giyinir bedenimizde/n.
Abdest… elimizin, yüzümüzün suyu… İnsanlığın tertemiz huyu… Suyun en güzel hâli…
Acemi:
Ustası olduğumuz gün/gece var mı! Bir insan için “ustayım…” demek kadar acemilik var mı!
Açıklama:
“Açıkla!” ama!
Kimim ben? Kimliğim kim? Elimi, kalbimi boş, mahzun gönderme! Gittiğim yerlerde “resmî” açıklamalar var çok zaman…
Aziz, muhterem, sevgili… diye başlamak da resmiyeti terk etmeye yetmiyor.
Nice açıklamaların ya “kapatılması” ya da “açıklanması” gerekiyor! Aç/açık bırakan açıklamalar çokça var; aş olan, aşk gibi gönle dolanlar da… Ya “açık açık” açılın; ya da… susun o zaman! Doyuruyor gibi yapıp aç açık bırakmayın.
Gizlemek için “açıklama” yapanlar var ya… hele onlar, hey… hele siz… yapmayın!
(Böyle bir) okumak:
O kadar açık konuşuyor ki rüzgâr; hele, ne diyor, diye bir de “açıklama” bekliyorsun; bu soru/lu gözlerinle!
Bulutlar apçıklama/lı bir sayfa… “O kadar açık ki bu âlem; bir o kadar da kapalı!”
Kendini aynalara açıklamadan gitme diyor, bu âlem. Haydi; bir “açıklama” bekliyoruz. Aç kendini, açık et! Bir “açıklama” bekliyoruz! “Âşıklama” cinsinden…” Harc-ı âlem” değil; “harc-ı hususî…” Harcını iyi kar!
Adam:
“Adam aranıyor!” diye henüz levhalar asılmasa da… döne döne aradığımız… Bulanların âdemiyet/insaniyet namına…
Adım:
Her adım/ın adım adım seni, sana taşımıyorsa… “Adım ne benim?” diye sormanın sırası olsa gerek! Dur, dur! Her “adım…” ad’ımmış meğer!
Ağlamak:
Ağlamak… dünyadan ilgiyi kesip sorgusuz sualsiz ötelere dalış… Artık aldırmayış açlığa, acıya, şuna buna; sonsuz bir yolculuğa başlayış…
Ağlamak… çöller yeşersin diye… gözümüz düşer nice emellerin üstüne.
Dünya kısa… Peş peşe tasaların kıskacında… Gözümüzün düştüğü yerlerde gözyaşı izleri… Annemin ak pak örtüsüyle sildiği gözyaşlarını hatırladım. Nelere üzülür ağlardı! Garip garip seyrederdim.
Mektep:
Kâinat Mektebi’ne kaydolmaya gelmişiz; “kayıtsız” kalamayız. Haydi; kitap gibi gül yapraklarını çevir de oku gayrı üstündekileri: Ya Musavvir… Ya Mülevvin… Ya Müzeyyin… Başlamışken devam, devam…
Yabancı:
Unutup unutup gidiyorsun adını bir yabancı gibi!
Şaşkın:
Ne çok şey ne çabuk değişiyor. Bu sen; dünkü sen değilsin! Hayret; sense aynalarla kavgalısın!
El çabukluğu:
Yaşamak “suç” olmadan bir şeyler yapmalısın!
Zaten:
Zaten dünyanın yükü ağır… Zaten dünya üç gün… Zaten kazalar, belalar… Zaten bin türlü ihtiyaç… Böyle böyleyken… bu ne birbirimize “het hüt”ler, yüklenmeler… Dur hele; gökyüzüne bakmadım bugün daha… Bir gülün hatrını sormadım. Yolumu tıkama!
Mukavele şartı:
Kitaba uzak olduğun belli… Ya gel okuyalım; yoksa uzak olalım; anlaşamayız!
Hayat ve ölüm dersi:
Hayatın ve ölümün ne olduğunu anlamadan çekin gidin, diyorlar. Hayat ve ölüm dersi almadan/alamadan bu nasıl bir nefes alıp vermek! Hayat ve ölüm… “boş” olabilir mi!
Yâr, yar, yar-:
Yâr (sevgili), yar (uçurum), yar- (yarmak, yol açmak)…
Sevgiliyle olmak; bir uçurum yakınlığı mı, hep yeniden yeniye yaralanmak, yol açmak mı? Bu üç kelimenin yüzde doksan dokuz şekil akrabalığı, böyle yollara, köprülere, yarlara götürdü beni.
Samimi/ni/yet:
Kalbini götürmediğin yere; geliyorum/gidiyorum deme!
Nefes:
Her nefes yeni bir pencere, yeni dünya, yeni bir âlem, yeni bir doğuş…
Veda:
Mevsimler bunca gülerken…
Gencim; vakit daha erken (!)
Gün sönerken…
Akşam inerken…
Apansız yıldız yağmuruna tutulurken…
İstasyondasın; elinde valizin, mendilin…
Çalar kampana, çalar zil.
Gözyaşları yağmura mukabilken…
Unutup kahkahasını dünyanın…
Dünya olmuşken dört yanın…
Ciddiye alıp şakasını dünyanın…
Kolay mı vedalar!
İlk yorumu siz yazın