Pembe Fili Düşünme

Selamün aleyküm Keçeliler. Başlığı okuyunca zihninizde hemen pembe bir fil belirdi değil mi? Bilmeyenler için hemen açıklamam gereken bir konu var: “Pembe Fil” psikoloji bilimindeki bir deneyin adı. Deney özetle şöyle; biri size “Pembe fili düşünme!” dediğinde ya da siz içsel olarak bunu kendinize söylediğinizde aklınızda, hayalinizde, düşüncenizde devamlı bir pembe fil olacaktır. “Araştırmalar sonucunda, zihnin bir şeyi düşünmeme komutu aldığında iki şeyi aynı anda yapmaya çalıştığı için bocaladığı görülüyor. Zihnimiz herhangi bir şeyi düşünmeme komutu aldığında bir yandan düşünmememiz söylenen şeyin akla gelmesini, konudan alakasız şeyleri düşünerek engellemeye, diğer yandan düşünmememiz gereken şeyi düşünüp düşünmediğimizi kontrol etmeye çalışıyor.” Bunu hayatımızdaki olumsuzlukları düşünmemeye çalışma bazında değerlendirdiğimizde konu daha da netleşiyor aslında. İşte yazarımız Zeynep Selvili Çarmıklı tam da bu konu üzerinde duruyor “Pembe Fili Düşünme” kitabında.

Yazarın kitabın önsözünde şöyle bir ifadesi var: Bu kitap bir kişisel gelişim kitabı değil, kişisel kabul kitabı. Bu cümleyi okuduğumda kitap daha da ilgimi çekmişti. Neyi kabul etmeyi öğretecekti acaba bana ve tüm okuyucularına? Ve yine önsözün sonunda buluyorum sorumun cevabını: Şimdi acı çekmenin ve mücadele etmenin de tıpkı neşe veya umut gibi insanî bir şey olduğunu anlatma sırası bende. Zeynep Selvili Çarmıklı, kendi deneyimleri ve yaşadığı panik atak rahatsızlığı üzerinden anlatmaya başlıyor bu insanî durumu. Henüz psikoloji öğrencisi iken başlayan rahatsızlığı ile nasıl mücadele ettiğini, daha sonra bu mücadelenin onun hayatını nasıl yaşanılmaz bir hayata dönüştürdüğünü ve aslında çözümün “mücadele” değil “kabul” olduğunu en ince ayrıntısı ile anlatıyor.

Kitabın hemen başında “Pembe Fili Düşünme hakkında ne dediler?” diye bir kısım var. Kitabı okuyanların kitapla ilgili tespit ve düşüncelerine yer verilmiş. Bu kısmı okumak benim için çok keyifliydi. Kitabı daha önce okumuş insanların yorumunu okumak daha da merak uyandırıyor insanda, yani en azından bende durum böyle. Psikoloji Profesörü Kelly G. Wilson’ın şu cümleleri çok hoşuma gitti: “Ne var ki, yaşam yalnızca ‘iyi’ olanı değil, ‘tüm’ duyguları hissedebilmekle ilgili bir yolculuktur. Gökkuşağını yakalayabilmek için yağmuru göze almak gerekir. Zeynep Selvili Çarmıklı yukarıda yazılanların farkındalığı içinde kendi deneyimlerinden yola çıkarak yaşadıklarının ona öğrettiklerini okuyucu ile açık bir dille, cömertçe paylaşmış bu kitapta.”

Yazarımız bizi yeni ama çok da uzak olmayan toprakları ziyarete götürüyor. Hayatımız boyunca başımıza gelen “tüm” olayları, durumları “kabul” etmenin vermiş olduğu inanılmaz rahatlığıyla tanıştırıyor bizi. Üstelik bunu kendi hayat hikâyesini bizimle paylaşarak yapıyor. Ne de olsa “gerçek hayat hikâyeleri” bizi derinden etkiliyor Keçeliler, bunu TV’ye uyarlanan kitapların izleyici üzerindeki etkisinden(!) anlayabiliyoruz.

Pembe Fili Düşünme, “Deneyimsel Kaçınma, Gözlemleyen Ben, Dünyanın En Eski Hikâye Anlatıcısı, En Acımasız Ses, Yaşamaya Değer Bir Hayat” olmak üzere 5 ana bölüm ve birçok alt başlıktan oluşuyor. Zeynep Selvili Çarmıklı bize bu bölümlerin içinde, “Ezbere yaşamak mı yoksa acemi olmak mı? En büyük korkun ne? Kimim ben? Başkaları bizim hakkımızda ne düşünüyor? Sizin kendinize taktığınız etiketleriniz neler?” gibi birçok soru soruyor. Bu sorular size de yabancı gelmedi değil mi Keçeliler? Soru sormak, sorunun cevabını merak etmek birçok şeyin başlangıcıdır zannımca. Sorulan sorular kadar verilen cevaplar da ehemmiyetlidir elbette. Pembe Fili Düşünme; cevapları bazen zihnimizde, bazen kitapta bulacağımız ve bolca sorunun olduğu bir kitap.

“Korktuğum halde yürümek için nedenlerim var” diyor Aliya İzzetbegoviç. Eminim senin de; korkuların, kaygıların, eksilerin, artıların ve daha birçok şeyinle, bu hayat yolcuğunda yürümeye devam etmek için fazlaca nedenin vardır Keçeli. Bu yürüyüşte işini biraz daha kolaylaştıracak bu kitabı okumaya var mısın?

Altını çizdiklerim

Ruminasyon, bir nevi zihinsel geviş getirmektir. Nasıl ki bazı otçul havyanlar, besinleri tekrar tekrar çiğnerler, biz insanlar da mutsuzluğumuzun, acı çekmemizin, endişelenmemizin nedenlerini, olası anlamları ve sonuçları üzerine tekrar tekrar düşünür, durumu enine boyuna analiz ederiz. Ruminasyonun altında yatan, “Eğer nedenini anlayabilirsem, çözebilirim. Çözebilirsem de bu duygulardan, bu düşüncelerden kurtulabilirim” inancıdır.

Hayatımı geri kazanmak için, bana rahatsızlık veren, acı veren olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtulmaya çalışmak çözüm değil, sorunun ta kendisiydi.

Çünkü insan bastırdığı duygunun esiri olur. –Cahit Zarifoğlu

Kısacası, biz insanlar bir şeyi diğer başka bir şey ile -iki şey birbiriyle çok alakasız görünse de – bağdaştırıp ilişkilendirebiliriz. Buyurun size üç kelime; ağaç, kedi, saç kurutma makinesi. Bu üç kelime arasında bir ilişki kurabilir misiniz? Örneğin benim zihnime şöyle bir çağrışım düşüyor: Saç kurutma makinesinin sesinden korkan kedi, evin camından atlayıp ağacın tepesine tırmanır.

Kirli acı ise, başımıza gelen olaylardan ziyade, başımıza gelen olayın sebebiyet verdiği acımızı kontrol etmeye, azaltmaya, yok etmeye çalışmamız sonucu oluşan acıdır. Bu acı kirlidir, çünkü içinde başımıza gelen olayla ilgili duygumuzu gerektiğince yaşamamıza izin vermeyen düşüncelerden oluşan katkı maddeleri vardır.

Çünkü hiçbir acı baki değildir, her duygunun bir vadesi, bir yaşam süresi vardır.

Bütün bunları korkularıma rağmen değil, korkumla birlikte yaptım.

Ve ne ilginçti ki, duyguların izleyicisi olmak, düşman saydığım duyguları yok etmek için mücadele vermekten daha az gayret gerektiriyordu. Mücadele etmek ağır, kabul etmek hafifti.

“Psikolog” etiketime olan bağlılık yalnızca danışanlarıma karşı değil, günlük yaşamımda da nasıl hissetmem ve davranmam gerektiğini belirler hale gelmişti. Çok sıkı bir şekilde yargısız, anlayışlı ve şefkatli bir tutum içinde olmam gerekliydi. Öfkemi kontrol etmeli, yeri geldiğinde kişisel ihtiyaçlarımı geri plana itmeliydim. Kontrollü davranmalıydım. Sonuç? Çok derin bir yalnızlık ve dışlanmışlık; yüzeyde kalan insan ilişkileri… Mutsuzluk.

Davranışsal anlamda sabit diye bir şey yoktur. Kimse hayatının her anında zeki, utangaç, sabırlı veya depresif değildir. Bu durumu belki de en iyi, Sezen Aksu bir şarkısında, “Bir bedende kaç kişiyiz?” diyerek anlatmıştır.

Etiketlerimiz var fakat biz etiketlerimiz değiliz. Biz etiketlenmenin gerçekleştiği yeriz.

İnsan hariç, başka hiçbir canlı acı çektiğinde kendine kızmaz, korktuğu için kendini aşağılamaz, bir şey yolunda gitmediğinde kendini suçlamaz.

Kendinize nasıl davranıyorsunuz zor zamanlardan geçerken?

Mayıs ayı Keçeli’nin Kitaplığı sayfasını okumak için tıklayınız. 

1 Trackback / Pingback

  1. Bir ömür nasıl yaşanır? | Genç Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*