İlk seans

Merhaba sevgili okur, yepyeni bir sayfa ile karşınızdayız. Amerikan Tavukları sayfasından emekli olmuştum biliyorsunuz. Artık Seans Arası’da yazacağım inşaallah, zaten bir seans aralarında vakit buluyorum bunları düşünmeye. Neleri diye sorarsanız; hayatı, kader iplerini, insanları, duyguları, ifratı tefriti, çocukları, en çok da kendimi tefekkür ediyorum. Çünkü seanslarımda mütemadiyen insan ve hayatı ile meşgul olduğum için, her gün yeni birşey katıyorum heybeme, yeni bir tefekkür penceresi açıyorum seans odama… Ve buna danışanlarım vesile oluyor, bazen de kendi yaşadıklarım.

Herkes kâinata kendi aynasından bakarmış, benim de bir aynam var ve şimdi aynamda yansıyanları size yansıtmak istiyorum, tefekkür penceremi size açmak istiyorum. Zira çok şey öğrendim, çok da öğreneceğim. Evvelâ az mütehassis olmayı öğrendim. Öyle diyor ya Zübeyir Ağabey, meşveret elemanı az mütehassis olmalı, yani olaylardan az etkilenen kişi olmalı diyor. Bize de okulda en evvel, az etkilenmeyi öğretiyorlar. Çünkü öyle olaylar ile karşılaşıyoruz ki, eski Şeyda Sultan olsa her seans ağlardı. Zira ilk seanslarım maalesef böyleydi, danışan anlatıyor ben içten içe ağlıyordum. Danışanı gönderir göndermez de gözyaşlarım eşlik ediyordu içime. Tabiî ödev olduğu için ve ilkler olduğu için danışanı ücretsiz kabul ediyordum ve hocamıza sunuyorduk. O seanslardan sonra demiştim ki ben bu mesleği yapamam, çünkü bu hayatları duymaya dayanamayacağım galiba… Herhalde okuldayken bu konuyu aşmış olsam gerek, bir daha pek etkilenmedim. Çünkü sempati yerine empati yapmayı öğrendim. Sempati bir kişinin duygularını kendinde hissetmek ve anlamak iken, empati onu sadece anlamaktan ibaretmiş. Meğer ben sempati yapıyormuşum o zamanlar.

Velhâsıl sevgili okur, etkilenmemeyi öğrenmiş olduk tecrübelerle. Bir nevi psikolojik dayanıklılık diyoruz buna, dayanıklılığım artmış. Bunu şimdi hayatımda da uygulamaya çalışıyorum, başıma gelen olayların üstünden bakmak ve az etkilenip yoluma devam edebilmek. Zor oluyor ama olacak inşaallah. Bende yeri ve önemi ayrı olduğu için, bu ilk seanslarımdan çıkarımlarımı size aktarmak istiyorum. Gizlilik gereği danışanlarımın öykülerini anlatamayacağım ancak izinleri ölçüsünde paylaşabilirim ileride. Bu danışanımın (kadın) izni var, zira muhteşem bir cümle kurmuştu ve paylaşmak için izin almıştım; “Avratların sevildiği zamanda çocuk olmuşum, çocukların sevildiği zamanda avrat oldum!” Tesbit çok güzel, zira günümüz gerçeğini ifade ediyor. 40’lı, 50’li yaşların gerçeği… Çünkü onların çocukluklarında yokluk vardı, bilgisizlik hâkimdi, darbe üstüne darbe oluyordu vs.. Anne babalarının istediği bir evlat olmak zorunda kaldılar, ne güvenli bağlanması! Babadan ödleri kopsun istenirdi çocukların. İşte o çocuklar büyüdü, tam kendileri gibi evlat yetiştirip kafaları rahat edecekken, Y kuşağı Z kuşağı çıktı. Güvenli bağlanmalar, çocuk etkilenirler, baskı yapmayınlar… Bu kavramlara yabancı olan bu nesil, çocuğuyla uyuşamadı ve sürekli bir çatışma hasıl oldu. Bizim zamanımızda böyle miydi söylemleri… Ve el mahkum çocuğun huyuna gidildi, ebeveynler yine sabretmek durumunda kaldı. İşte burada o tesbiti yaptı danışanım; “Avratların sevildiği zamanda çocuk olmuşum, çocukların sevildiği zamanda avrat oldum!” Tam sevilip sayılacakken yeniden idare etmek zorunda kalmak iyi etmedi bu nesli, adaptasyon zor oldu ama oldu, mecbur oldu. Hayata karşı gelemezsin çünkü, fıtrat pedagojisi açığa çıkıyorken bunu engelleyemezsin. Uyum sağlamak zorundasın, öğrenmek zorundasın.

Evet, uyum sağlandı bir şekilde ama o nesil neredeyse belli bir yaşa gelince sinir krizi geçiren, çocuklarından çıkaramadığı hıncını eşinden çıkaran veya kendini harap eden ve belki 50’li yaşlara gelince dayanamayıp ayrılan nesil… Hani şu eski perdeler var ya turunculu sarılı kahveli, lale desenli, o perdelerin nesli işte bunlar. Sedirlerin, el dokuması halıların nesli… Yine de güzel idare ettiğini düşünüyorum bu büyüklerin, değişime güzel ayak uydurdular, uyum sağladılar. Hâlâ direnenler var gerçi, hâlâ yeni eğitim tarzlarını, nazik nezaketli davranmayı kınayıp, “Alacaksın eline sopayı” diyenler var. Onlara da kızmıyorum, uyum sağlamasına yardımcı oluyorum zira.

Hz. Ali (ra) ne diyor,  “Çocuklarınızı onların çağına göre yetiştirin.” Kendi çıkarımımdır ki, bu nesilde içimize medeniyet terbiyesi girmeye başlamış; “Babana bile güvenmeyeceksin, sen her şeyi başarırsın, gençliğini bir kere yaşa, kimseye katlanma, özgürce yaşa” telkinleri içimize girmeye başlayınca işler değişmiş. Eski anlayış, eski bilgelik, eski büyüklük kalmamış. Ancak o anlayış ve bilgelik şimdilerde açığa çıkıyor. İnsanlar medeniyet terbiyesinin zararını görüyor ve fıtrat eğitimi üzerine yöneliyor.

Tabiî eskiler demişken onların da çıkmazları olmuş, bunaldıkları zamanlar olmuş, ancak o zamanda büyüklerin dizinin dibine oturup derdini anlattığında güzel tavsiyeler veriliyormuş. Şimdilerde, “Ezdirme kendini, sen de cevap ver ona, kov gitsin” gibi hayatın içinden olmayan tepkiler, insanlığı memnun etmiyor, dolayısıyla kendilerini dinleyecek ve anlayacak bir uzmana başvuruyor. Bu zamanda hakikî dinleyen o kadar az insan var ki… Herkese de dert anlatılmıyor, derdi anlatmanın derdini arttırdığı insanlar var maalesef. Bu yüzden insan anlaşılacağı ve iyi hissedeceği kişiye açmalı derdini sevgili okur.

Ne diyelim öyleyse, dertli bir sayfaya hoş geldiniz sevgili okur, yazılar hakkındaki yorumlarınızı e-mail veya instagram, twitter vd. sosyal medya adreslerimizden ulaştırırsanız ben de çok memnun olurum, sizin de tecrübelerinizden ve dahi tefekkürlerinizden istifade etmiş oluruz.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*