Çokluk (2)

Tabiat kitab-ı İlâhîsi, insana o kadar çok misaller okutur ki, hayret makamı sonsuzluk basamaklarını katedebilir. Örneğin: Kuzey Amerika ormanlarında Periyodik ağustos böcekleri olarak adlandırılan bir tür, ağaçların köklerini emmek dışında başka bir şey yapmadan 17 yıl boyunca yer altında saklanır. Sonra, on yedinci yılın Mayıs ayında, ormanı istila etmek için toplu hâlde yeryüzüne çıkarlar. Bu böcekler yeryüzünde yalnızca 4-6 hafta yaşarlar, bu esnada eşleşirler, oldukça çok yumurta bırakmaya çalışırlar ve devamında 17 yıl daha sessiz kalırlar. Bir meraklı zihin için ilginç olan 17 asal sayısının seçimidir. Bu ağustos böceklerinin yeraltında saklanmak için bu sayıyı seçmeleri tesadüf olabilir mi? Asla. Yeraltında 7 ve 13 yıl kalan başka ağustosböceği türleri de vardır ve bu sayılar da asal sayılardır. Oldukça şaşırtıcı bir şekilde, eğer bu periyodik ağustos böcekleri erken toprağa çıkmaya karar verirlerse bir yıl değil bir alt gruba kayacak biçimde yaparlar. Yani 17. yıl yerine 13. yılda toprağa çıkarlar.

Vanderbilt Üniversitesi’nden matematikçi Prof. Glenn Webb, bu kadar çok avlanan ağustos böceklerinin soylarının neden tükenmediğini, sayılarının nasıl bu kadar fazla kalabildiğini (dört bin metrekarelik bir alanda bir milyondan fazla ağustos böceği bulunabiliyor) anlamak için bir çalışma yaptı. Konuya açıklık getirebilmek için bilgisayar simülasyonlu popülasyonlara rastgele yaşam döngüsü süreleri atadı. Yaşam döngüleri için 10, 12 ve 15 gibi asal olmayan sayıları seçti. Yaptığı hesaplamalar bu periyodik aralıklarda ağustos böceklerinin nüfuslarının önemli oranda azalacağını gösterdi. Webb, 17 veya 13 yılda bir ortaya çıkmalarının yaşam döngüleri 2-5 yıl olan kuşlar ve küçük hayvanlarla çakışmalarını en aza indirdiğini düşünüyor. Bir başka teoriye göre de, asal sayıların sırrı 17 ve 13 yıllık grupların aynı coğrafî bölgede bulunsalar bile yalnızca 221 yılda bir çakışmalarında saklı.

Çokluk ile birlik, kesret ile vahdet zihnin çarklarında pek çok mertebeyi ifade eder. Bediüzzaman’ın: “Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif”1 dediği çokluğun birlikle zihinde ilişkileri üzerine bir tespiti de içeriyor olsa gerektir.

Çokluk tahayyül ile, birlik akıl ile bilinir. Hayal önce çokluğu idrak eder, sonra akıl ondan bir tek şey çıkarır. Birliği hayalde tarif etmek istediğimizde onu çoklukla tarif etmiş oluruz. Çokluğu akılda tarif etmek istediğimizde ise birlikle tarif etmiş oluruz. Birlik ve çokluk aynî şeyler olmayıp birinci akledilebilirlere arız olan ikinci akledilirlerdendir.2

Aynılık birliğin arazlarından, başkalık çokluğun arazlarındandır. Aynılık, herhangi bir açıdan farklı olmakla birlikte bir açıdan birleşmektir (ittihad) ve yüklemedir (haml). Onun lâzımı, aralarında bir çeşit birleşme olan iki farklı şey de yüklemenin doğruluğudur. Başkalık, “zatî başkalık” ve “zatî olmayan başkalık” diye iki kısma ayrılır. Zatî başkalık, başkalığın “şey” ile başkası arasında zatından dolayı olmasıdır. Varlık ile yokluk arasındaki başkalık böyledir. Buna “tekabül” denir. Zatî olmayan başkalık, başkalığın, “şey”in zatı dışındaki başka sebeplerden dolayı olmasıdır. Şekerdeki tatlılık ile kömürdeki siyahlığın farklılığı böyledir. Buna “hilaf” denir.3

Bediüzzaman’ın çokluğun verdiği hesabî delilleri zihnin çarklarında imanî sonuçlara vardırdığı bir örnek: “Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennemde hapis nasıl adalet olur?” sualine verdiği cevaptır. Şöyle ki:

“Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizası kânun-u adalet iken, bir dakika küfür bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfürle ölen bir adam, kanun-u adaletle, elli yedi trilyon iki yüz bir milyar iki yüz milyon sene, beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette ‘Orada ebedî olarak kalacaklardır.’ Adalet-i İlâhî ile veçh-i muvafakati bundan anlaşılıyor. Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i İlâhîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti tekzip ve şehadetlerini reddetmek olduğundan, kâfiri, bin seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, ‘Halidîn’ (ebedî kalıcılar)’de hapseder.”4 Çokluğun, sayıların bir anlamı ve niteliği oranında değerli olduğu; anlamsız ve keyfiyetsiz çokluğun hiç hükmünde olduğu da netice olarak ortaya çıkıyor. Bediüzzaman bunu da ifade ediyor. Bunun için çokluğun bir “muamele-i kimyeviye” veya “mücahede-i hayatiye”ye ihtiyaç duyacağı sonucu çıkarılıyor.

“Kemiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar. Meselâ, yüz hurma çekirdeği bulunsa toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû-i mizacından sekseni bozulsa yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa diyebilir misin ki suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu? Elbette diyemezsin. Çünkü o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz.

Hem mesela, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa sekseni bozulsa yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa denilebilir mi ki çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.

İşte nev-i beşer bi’set-i enbiya ile sırr-ı teklif ile mücahede ile şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüz binlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nevinden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”5

Dipnotlar:
1) Sözler, Y. A. N., s.790.
2) Müstakim Arıcı, Fahreddin Râzi sonrası Metafizik Düşünce.
3) Tabatabâi.
4) Lem’alar, Y. A. N., s. 444.
5) Mektubat, Y. A. N., s. 56.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*