Hepimizin ihtiyacı: Fakir ekmeği

Hiçbir insan yoktur ki hayatta bir zorlukla bir acıyla karşılaşmış olmasın. Ancak bu son iki yıldır topyekûn olarak çok daha fazla müşkül hâllerden, zorluklardan, acılı zamanlardan geçtik, geçiyoruz. Allahualem geçmeye de devam edeceğiz.

Bu süreçte duygusal anlamda pek çok acıyı ortak olarak yaşadık. Seller, depremler, yangınlar ve pandemi ile birlikte yakınlarımızın vefatı, hastalıklar, ekonomik krizler, işsizlikler… Liste her birimizin şahsî hayatı nispetinde uzar gider. Hepsinde de çaresizliği, endişeyi, sıkışmışlığı, acizliği ve bazen yalnızlığı hatta tükenmişliği, hüznü, kederi, huzursuzluğu ve adını herkesin kendince koyabileceği pek çok duyguyu deneyimledik. Her ne kadar tüm bunları son iki yıldır yoğun olarak yaşamış olsak da hiçbirisi geçip gidecek, kaybolacak, sırra kadem basacak duygular değil. Ömrümüz olduğu müddetçe her bir duygu kuvvetle muhtemel hayatımızda zaman zaman kapımızı çalıp bizi ziyaret edecek.

Bu duyguları deneyimlemiş olmak ve belki de hâlihazırda o deneyimin içinde olmak haklı olarak bizlere çoğu zaman ızdırap verse de bir taraftan hâlâ bu yazıları okuyabiliyorsak hayatta olmaya ve nefes almaya da devam ediyoruz demektir. Hayatta olduğumuz, nefes aldığımız sürece de hiçbirimiz için tüm kapılar kapanmış, imkân dairesi bizim için büsbütün örtülmüş değildir. Dolayısıyla açık kapılardan girmemek, mümkünlerin içinde dolaşmamak için çok da geçerli bir sebebimiz yoktur diyebiliriz. Bahsi geçen ya da her birimizin kendi hayat hikâyelerimizde deneyimlediğimiz zorlukları, acıları, ızdırapları yaşarken çok doğal olarak bu kapıları açıp kapının ardına bakmaya, bulduğumuz yerlerde gezip dolaşmaya enerjimizin, keyfimizin, isteğimizin olmadığını hissedebiliriz. Bu gayet insanî bir hissediştir.

İnsan, kendiyle âdeta mezc olan tüm bu varoluşsal acılarıyla birlikte yapıp ettikleri olan, eylemde bulunabilen, hayatta kalabilmeyi başarıp rutinine de bir şekilde devam edebilen bir varlıktır. Dolayısıyla tüm acılarına rağmen onun yeniden güne başlayabilmesine vesile olan bir güç, bir inanç vardır içinde, ki buna “umut” diyebiliriz. Hepimizde bu umut bulunsa da dilimize de yerleşmiş olan “umut beslemek” eylemini gerçekleştirebildiğimizde yani o umudu ilgiyle, şefkatle besleyebildiğimizde o da bizim içimizde yeşerecektir.

Bu pek kıymettar “umut” için sadece “bir duygudur” demek biraz kısır bir tanımlama olur. O hem bir duygu hem bir düşünce hem bir hayal hem bir güç hem bir fiil hem de bir inançtır ve belki de bu ifadelerimden çok daha fazlasıdır. Elbette herkes kendi umudunu kendince bir kaynaktan besleyebilir. Bir mü’min için de o pek kıymettar umudun hiç bitmeyecek sonsuz kaynağı; o mü’minin Rahîm olan Rabbidir. Zira iman ettiği, hayatını onun emir ve yasaklarına göre tanzim etmeye gayret gösterdiği mukaddes kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbi, ona: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Zümer: 53) buyurmuştur.

Mü’min de acıdan azâde değildir, o da dünya hayatının içinde kaçınılmaz olan acıdan pâyesini alır. Kalbi dünyaya küsebilir, karamsarlığa düşebilir. Ancak bu küskünlüğü de onun için zor olsa da heybesine katabilir. Onu tüm kırgınlıklarının ardından düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırabilecek, kapıları açıp ardındaki güzellikleri gösterebilecek, imkânlar içinde gezdirebilecek eşsiz bir kuvvetle de muhataptır. Sonsuzluğun sahibi olan Rabbi rahmetinden ümit kesmemesini kulundan istemiş ve muhakkak her zorlukla birlikte bir kolaylık olduğunu ona vaad etmiştir. (İnşirah: 5-6) Bu vaadinin hemen akabinde de “O hâlde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah: 7-8) buyurarak âdeta “umut”un nasıl besleneceğini anlatmıştır.

Umut, salt iyimserlik değildir. Zorluğu, hüsranı, hüznü, acıyı, musibeti, yası… Yaşayan insanın, Kierkegaard’ın ‘Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?’ sorgulamasında olduğu gibi ona isabet etmiş olan musibetin, acının anlamı üzerine düşünmesini, yaşadığı bu acısının ona ne söylediğini keşfetmesini, kendisi için kolaylık olacak neyse onun için gayretle çalışmasını ve Rabbine yönelmesini de kapsar umut. Buradan bakınca da anlıyorum ki “umut” yalnızca fakirin ekmeği, ihtiyacı, azığı değil tüm insanlığın en zarurî, en ziyade ihtiyacı.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*