Eleştiri

“Tenkidi nasıl görüyorsun?” diye bir soru soruluyor. Bediüzzaman’ın cevabı şu şekilde:

“Tenkidin sâiki, ya nefretin teşeffisidir veya şefkatın tatminidir. Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi…

Sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde, kabule temayül ve tercih şefkatten;
redde temayül ve tercih –vesvese olmazsa– nefretten geldiğine ayardır.”

Üstad, sonunda şöyle de bir ölçü veriyor:

“Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi.”

Sünuhat

 

Aliya İzzetbegoviç’in “Özgürlüğe Kaçışım, Zindan’dan Notlar” adlı kitabındaki ifadeleri bir soruna işaret ediyor. “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere, ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.”

Nitekim, 2019 yılında yapılan Seçili Avrupa ülkelerinde Eğitimde Eleştirel Düşünme grafiğinde (Veri Kaynağı) Danimarka ve Finlandiya’da eğitimde eleştirel düşünme puanı 5,58 ve 5,28 iken, Türkiye’de 2,42’dir. (Puanlama 1’den 7’ye kadar olacak şekilde 7’ye yaklaştıkça eleştirel düşünmenin arttığını gösterir.) Bu Avrupa’daki en düşük sayıyı ifade ediyor.

Eleştiri neden bu kadar önemli? Ahmet Haşim: “Münekkit, her beşerî marifetin hâlâ tekemmüle muhtaç olduğunu bağırmakla, her sabah, insana hayvan olmadığını hatırlatıyor” derken varoluşun gereği ortaya çıkan eleştirinin insanın “medenî” durumunu da gösterdiğine vurgu yapıyor. Dostoyevski de şöyle sesleniyor bizlere: “Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.” Çünkü insan olmakla diğer insanlarla eşit konuma gelmiş olunabiliyor. “Eşiti ancak eşit anlar” derken Jacgues Ranciere, “Zekâlar eşittir…” diye tamamlıyordu. Zihnin çarklarında doğru çalışmanın eleştirinin denetleyici tavrından ayrı kalması mümkün değildir.

“Eleştirinin olmadığı yerde putçuluk başlar.” Ali Şeriatî, zihnin ifsad edici yollara sapması olan putçuluk, tapıcılık, -perestlik, taassub gibi bozulmaları insan için en büyük bir tehlike görüyordu. Özgürlüğün başını eleştiri yeteneğinde görüyordu. Çünkü özgürlük, hürriyet fıtrî ve aynı zamanda organize, medenî kavramlardır. Fıtrî olan özgürlüğü medenî olarak gündelik yaşamanın en önemli bir gereci de eleştiri olsa gerektir. Bediüzzaman’ın özgürlük anlayışı da bu doğrultudadır. Bunu göçebe olan insanlara hatırlatıyor:

“Fakat ey göçerler! Sizde olan yarı hürriyettir. Diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kut-u lâyemut ve vahşetle âlûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıâ, şu bîçare vahşi hayvanların bir lezzeti ve tesellisi varsa, o da hürriyetleridir. Lâkin güneş gibi parlak, ruhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki: Saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir.”1

Şüphesiz, doğru medenî ilişkiler sağlıklı bir eleştiri kültürü ile medenî bir düzeyde kurulabilir. Bunun için eleştiriyi övgü-yergi ikilemine kilitlemenin yanlışlığı ortadadır. İnsanın kendi, öz, benliğinde tanımlanan özgürlük kavramı ile birlikte eleştiri kişisel bir yargıdan ayrı düşünülmelidir. Woody Allen’a bir röportajında “Hakkınızda yazılan hiçbir şeyi okumuyor musunuz gerçekten?” diye sorulduğunda:

“Evet, okumuyorum. Yıllar önce karar verdim buna. Çünkü bir kez kimin ne yazdığına kafayı takmaya başlarsanız bence sonu iyi bitmez. Ne eleştiri ne de haber okuyorum. Beni övmüşler veya nefret etmişler derken benmerkezci bir adam olur çıkarsınız. Oysa işime bakarım, gerisi yalan…” derken muhtemelen eleştirinin kişisel belirlemelerinin işin niteliğine zarar verdiğini anlatmaya çalışıyordu. Eleştiriden uzak kalmak kişiyi özel alanında korumalı tutabilirken bazen de kendi içinde benliğin putlaşmasına da yol açabilir. Bu nedenle olsa gerek Bayezid-i Bestamî, ve İbni Arabî gibi, tasavvuf büyükleri kendi benlik ve nefislerini terbiyeden sonra “Bizim için zındıktır denmekle velidir denmek aynı şeydir” noktasına gelebilmişlerdir.

Görüldüğü üzere, eleştiri kapılarını açmakla birlikte nasıl, hangi şartlarda ve kimlere açılacağı gibi pek çok belirlemelere ihtiyaç duyar. Bunun düzenlenmesi zihnin çarklarında işin doğru hesabını yapmakla mümkündür. Bu hesaba başkalarını da katabilmek yeteneği denilebilecek eleştiri kültürü medenî dünyanın “fazilet ve adalet” notunu da ortaya çıkarıyor. Bununla ilgili olarak Etyen Mahçupyan bir olumsuz örnek veriyor: “İsveç’te bir görüşmecimiz mealen şöyle demişti: ‘İsveç sosyal demokratları dünyanın en profesyonel yalancılarıdır. Bunu doğrudan yalan söyleyerek yapmazlar. Hatta her söyledikleri doğrudur. Ama olayın esasına hiç dokunmazlar.” İşte kaliteli medya ahlâksızlığının da düsturu budur. Okuduğunuz haberin hiçbir yeri yanlış değildir ama “bilinçli eksiltme” işlemine uğratılmıştır. Mahçupyan’ın bu örneğinden hareketle şöyle bir ölçüyü yerleştirmek gerekebilir: “Ta’mîm hamâkate delâlet eder.” Yani, bir meseleye genelleştirerek (bu böyleyse hepsi böyledir) gibi bakmak ahmaklık alametidir. Ahmaklık ise, eleştirinin ön kabulü olan “zekâlar eşittir”e ters bir durumdur. Bir ahmaklık göstergesi olarak,“her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır” diyor Dostoyevski.

Hamâkat sahibi (ahmak) kişinin en bariz iki özelliği şöyle tarif edilmiş:

1-Anlamadan itiraz etmek

2-Dinlemeden cevap vermek

İbn Hacer’in el Askalanî Metalibu’l-Aliye’sinde eleştiri ölçütü olarak “Yalnızca fayda verip zarar vermeyecek şeyleri sormanız şartıyla bana istediğinizi sorun” denmiştir. Mesnevî’den bir tavsiye olarak da:

Pes cevâb-ı û sükût-est u sükûn

Hest bâ-ebleh sühan goften cünûn

(Ahmak olana verilecek en güzel cevap sessiz kalıp susmaktır. Çünkü böylesini muhatap alıp konuşmak deliliktir) denmiştir.

Cicero “İyi ve mutlu yaşama kabiliyeti olmayan insanlara her çağ ağır gelir” diyor. Böyleleri başkalarını da zehirleyebilir bir özelliğe sahip olurlar. Çağdaşlık ve muasır medeniyet seviyesine ulaşamamak insanları tahammülsüz ve saldırgan yapıyor.  Bediüzzaman bunlara karşı hem uyarıyor hem de tavır önerisinde bulunuyor:

“Fakat Cenab-ı Hak beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki: Zaruret-i kat’iyye olmadan, bunlarla uğraşmayınız. ‘Cevabü’l-ahmaki’s-sükût’ nev’inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karşı kendini zaîf göstermek, onu hücuma teşci’ ettiği gibi; canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle za’f göstermek, onları tecavüze sevk eder. Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.”2

‘Cevabü’l-ahmaki’s-sükût’ kaidesince, böylelere karşı cevab sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht gafiller bulunduğundan…”3 doğruyu doğru şekilde yanlıştan ayırarak ortaya koymak ve bunu doğru bir dille ifade etmek gerekir. Çünkü:

1. Yanlış üslup doğru sözün celladıdır. (Sadi Şirazi)

2. Usul, esasa mukaddemdir.

3. “Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir…” (Euripides)

Son olarak, mevkiinde bir eleştirinin hayat için olduğu gibi sanat için de değerini Ömer Seyfettin şöyle anlatıyor:

“Tenkid olmadı mı sanatın inzibatı gevşer, zevki bozan marazî inhiraflar,  irticalar ortalığı kaplar. Edebiyat dünyası o vakit, tıpkı inzibatı dağa kaçmış bir şehre benzer. ‘İçtimâî nizam’ kırılınca anarşi nasıl başlarsa sanatın inzibatını muhafaza eden tenkid de mevkiinden düştü mü edebî anarşi olanca savletiyle zevklere musallat olur. Marazî iddialar o kadar kuvvetlenir.”

Dipnotlar:
1) Tarihçe-i Hayat, Y.A.N., s. 92.
2) Mektubat, Y.A.N., s. 420.
3) Mektubat, Y.A.N., s. 516.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*