Duânı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!

Bazen kendi dualarımı ve insanların dualarını incelerim, daha doğrusu inceleme ihtiyacı duydum. Çünkü başımıza bir şeyler geliyor, türlü imtihanlardan geçiyoruz, imtihandan ders çıkarıp ilerlememiz gerekirken aynı dua üzerinde ısrar ediyoruz veya aynı duayı ettiğimiz için aynı imtihana maruz kalıyoruz. Tıpkı Peygamberimizin sabır yerine sağlık ve afiyet dilemeyi tavsiye etmesi örneğinde olduğu gibi. Bir rivayete göre, Hz. Peygamber (asm), hasta olan Hz. Ali’yi (ra) sormaya gitmiş ve hangi dualar ettiğini sormuş, o da Allah’tan sabır dilediğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm), “Musibetimde bana sabır ver, demek yerine, neden: ‘Rabbenâ âtinâ…’ (Ya Rabbi! Bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver…) duasını okumuyorsun?” anlamına gelen tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber (asm) yanından geçerken “Ey Rabbim! Senden sabır istiyorum” diye dua eden bir kişiye “Sen Allah’tan belâ istemiş oldun; bunun yerine Ondan sağlık ve âfiyet dile” buyurdular.1

Hayata ve insanlara karşı savunmasız olan bazılarımızın şöyle dua ettiğine tanıklık ettim: “Allah iyilerle karşılaştırsın, kötülerden muhafaza etsin bizi.” Âmin diyor geçiyorum sonra bakıyorum ki başına yine bir kötü olay geliyor kişi yine aynı duayı ederek kapatıyor imtihan kapısını; “Allah iyilerle karşılaştırsın.” Bir gün dedim ki: “Eksik dua ediyorsun, duana dikkat et. ‘Allah iyilerle karşılaştırsın’ kısmı güzel ancak pasif bir dua, savunmasız ve cüz-i iradesiz bir dua. Şunu da eklesek sanki tam olacak: Kötülerle karşılaşırsak bununla baş edebilme gücü ver Allah’ım, ne zalim ne mazlum eyleme, iyilikleri kendime celb etmeyi ve kötülükleri def etmeyi bu kuluna öğret Allah’ım.”

Bundan sonra bir açılım oldu ve dualarıma ve dahi çevremdekilerin imtihan+dualarına dikkat eder oldum. Kişi ihtiyacı olan duaya yönlenmeli, var olana değil, meselâ baskın karakterli ve hakkını alan birinin şu duaya yer vermeye ihtiyacı var: “Yeri geldiğinde öfkemi yenip susmayı öğret, hakkımı Sana emanet etmeyi öğret Allah’ım.” Çünkü bazı fıtrat, hakkını almak uğruna zalimleşebiliyor, istikametten çıkabiliyor. Onun da böyle bir duayı eklemeye ihtiyacı var. Dualarımız hayatımızı şekillendirir, bizi gitmek istediğimiz yolda sabit kılar. Bu sebeple ihtiyacımız olan duaları etmek mühim. Bu da insanın kendini ve imtihanını anlamasından geçiyor diye düşünüyorum. Kendini tanımayan kişi ihtiyacını nasıl bilsin ki? İmtihanını anlamlandıramayan, gideceği yönünü nasıl tayin etsin ki? Bunun için de Bediüzzaman’ın bir müşkülden çıkışını örnek alırım hep:

“… o seyahat-i ruhiyede çok tazyikat altında gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden meselelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddütlerden ve vesveselerden, yani ‘Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?’ diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum…”2

Bu kısımdan anlıyorum ki, nasıl davranacağımı ve nasıl dua edeceğimi bilemediğim zamanlarda Sünnete ve yaşanmış kıssalara bakacağım. Lâkin bir şartla, şu 4 şeyi gözeterek bakacağım; kim söylemiş, kime söylemiş, ne makamda söylemiş, ne için söylemiş ve en son ne söylemiş? Bunlara bakılmaksızın ders alındığında, yanlış prensipleri hayatımıza geçirebiliyoruz. Zira Peygamberimiz (asm) fıtratı tanıyarak ona göre nasihat verir ve yönlendirirdi. Sen dedi Ömer’sin, sertsin ama buna sınırlama getirmelisin. Sen dedi Abbas’sın, sevilmeyi seviyorsun ama insanların hislerine saygı duymalısın. Sen dedi Useyd’sin, şakacısın ama sözün gideceği yere dikkat etmelisin. Sen dedi Ammar’sın, açık sözlüsün ama bazen susmayı öğrenmelisin. Sen dedi Hatice’sin, ticarette iyisin ama başkalarının fikirlerini de almalısın. Sen dedi Fatıma’sın, cesursun ama yerini bilmelisin. Sen dedi Aişe’sin, kıskançsın ama sınırı kaçırmamalısın. Hiçbirine “Değişeceksin, böyle olmaz!” demedi. Çünkü İslam’ın zamanla onları terbiye edeceğini biliyordu. Fıtrat ile savaşan, Allah ile savaşır. Bu yüzden fıtratı bilmek ve terbiye etmek lazımdır.

Bu nasihatlerden anlıyoruz ki, insanın evvelâ kendini bilmesi lazımdır. Bir yolunun da duâlara bakmakta olduğunu keşfettim, bu yüzden duânı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!..

Dipnotlar:
1) Tirmizî, Daavat, 94; Kenz: I/292
2) Lem’alar, Y.A.N., s. 128.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*