Ahî Çelebi başka bir perdeden, bahar kokusu ve gül ilişkisine dikkatleri çekmeye çalışarak söze girdi:
Bûy-i bahâr şöyle pür etdi cihânı kim
Yere inince katre-i şebnem gül-âb olur
Bahar kokusu dünyayı şöyle doldurdu ki; çiy katresi yere inince gülsuyu olur.
Şairler Ahî’nin bu güzel buluşunu gönülden kutlayarak sohbete devam ettiler.
Söz sırası devrinin önemli bir bilgini olan Bâkî’deydi. Kanunî Sultan Süleyman’ın varlığıyla iftihar ettiği bu büyük şair Kur’an bilgisini gösteren Rum suresi 50. Ayetinden iktibasla söylenen şu beyitle söze başladı:
Nev-bahâr irişdi vü gitdi şitâ
Keyfe yuhyi’l-arza bacde mevtihâ
İlkbahar erişti ve kış gitti: “Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor?”
Bahar mevsimi akla haşri getirir. İnsanın aklına gelebilecek “ölmüş tabiatı, ölüleri kim diriltecek?” sorusuna Kur’an açık bir cevap verir: Baştan kim yaratmışsa O… Büyük şair bu soruyu cevaplandırmanın huzuru içinde şu beyitle sözünü tamamlayıp sustu:
Bûy-ı nesîm ü reng-i gül ü revnak-ı bahâr
Âşâr-ı fazl u rahmet-i Perverdigârdur
Hafif ilkbahar rüzgârının kokusu, gülün rengi ve baharın parlaklığı; (bunların) hepsi Allah’ın fazl ve rahmetinin eserlerindendir.
Bâkî’nin bu tefekkür dolu beyti meclistekileri mest etmiş olmalı ki, Bağdatlı koca Fuzûlî kelam ilmindeki derin bilgisiyle söze girdi:
Hevâ arâyiş-i gül-zâre oldu çihre-küşâ
Bahâr gül-şene giydirdi hulle-i hadrâ
Hava gül bahçesi gelinlerinin yüzünü açıcı oldu. Bahar gül bahçesine yeşil elbiseler giydirdi.
Fuzûlî, bu beyitle edebiyat tarihine altın harflerle nakş olunacak ünlü “tevhid” manzumesine başlıyordu. Bir gelin ve damat tablosu çizerek baharı tasvire başlamıştı ki
Hayâlî Bey söze girdi:
Etmege ihyâ bahârı ebrden bârân akar
Zulmet içinde sanasın Çeşme-i Hayvân akar
Baharı diriltmek için bulutlardan yağmur akar. Zannedersin karanlık içinden Âb-ı hayat akar.
Hayâlî de derin tefekkür içeren bu beytiyle sözü hayatın kaynağı olan suya ve ölümsüzlük bağışlayan Âb-ı hayat’a getirdi.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de hayatı sudan halk ettiğini buyuruyor, insanı tefekküre çağırıyordu. Ölmüş gibi olan bahar, bulutlarından inen yağmurla yeniden hayat buluyordu. Ab-ı hayat zülümat ülkesindedir. Hızır ve İskender aramaya gitmiş, sadece Hızır bulup içebilmişti. İskender yolunu şaşırıp ulaşamamıştı.
Düşünen insan için bunda büyük bir ibret var. Kurumuş kemikleri de Allah’ın rahmeti yeniden dirilterek haşir meydanına toplayacak ve herkese yaptığının karşılığını adil olarak verecektir.
Mesîhî söze karışmadan duramadı; başka bir pencereden bakmaya çağırdı şairleri:
Hâb-ı gafletden uyanmaga ‘uyûn-ı ezhâr
Her seher yüzlerine su sepeler ebr-i bahâr
Çiçeklerin gözleri gaflet uykusundan uyansınlar diye, bahar bulutu her seher su serper.
Bu beyit meclistekileri gülümsetti. Çünkü herkesin buna benzer bir hatırası vardı. Sabahları uyandırmak için anneleri bazen hafif su serperek uykularını dağıtmaya çalıştığını hatırlamışlardı. Bazen de arkadaşların böyle sulu şakaları olabiliyordu. Mesihî ortak bir noktaya parmak basmış, bir yandan da derin bir tefekkürün perdesini aralamıştı: Rahmet, bir anne şefkatiyle kış uykusundan çiçekleri uyandırmak için yüzlerine su serpiyordu.
Mostarlı Ziyaî bu tefekkür konusunu harlandırmak için şakıdı:
Sular çağlar hevâlar mu`tedil güller açılmışdur
Bahâr eyyâmıdur dîvâneler sahrâyı seyr eyleñ
Sular çağlar, havalar mutedil (üstelik) güller açılmıştır; divaneler (ne duruyorsunuz?) bahar günleridir kırları gezin, seyredin!
Şair, insanın kanını coşturan, yerinde duramaz hale getiren bahar havasının tadını çıkarmak ve Allah’ın esma tecellilerini görmek, tefekkür edip zevkine varmak için kırlara çağırıyordu herkesi. Ziyaî, “divaneler!” diyerek, konuşmaya dalıp baharın güzelliklerinin farkına varmayanları tatlı tatlı ikaz ediyor, sözlerini şu beyitle süslüyordu:
Seyr idüp bâg u bahârı tañ mı hayrân olsa dil
Kudretin Bârî Ta`âlânuñ görür her şeyde bil
Gönül, bahçe ve baharı seyredip hayran olsa şaşılır mı? Bil ki; gönül her şeyde Bârî Teala’nın (Allah) kudret eserlerini görür.
Gönül her eserde müessiri, her nakışta nakkaşı gördüğünden hayran olup imanı artıyor, şükr ediyor. Bu muhteşem güzellikler karşısında gönül hayran olup kendinden geçerse şaşılır mı hiç!
Mezakî bu ateşi daha da parlatmak için birdenbire söze girdi:
Geh katre gâh cûy u gehî seyl-i nev-bahâr
N’eylerseñ eyle vâsıl-ı deryâ-yı vahdet ol
Bazen katre, bazen ırmak, bazen ilkbahar seli. Ne eylersen eyle, vahdet deryasına ulaştır.
Şair, yeryüzündeki bütün güzelliklerin, ibret verici olayların, mevsimlerin, yağmurların, ırmakların, bahar sellerinin hepsinin bir yere, bir denize doğru akışının kişiyi “vahdet” e birliğe ulaştırmasını Allah’tan temenni ederken Nef’î’nin gür sesi işitildi:
Hıred meftûn olur nakş-ı bahâr-ı revnak-ı bâğa
Nazar hayrân kalır âsâr-ı sun’-ı Müste’nâ üzre
Akıl baharın parlak nakışlarına tutulur, âşık olur. Nazar/bakış, Müstean olan Allah’ın sanat eserlerine hayran kalır.
Allah’ın yarattığı, her eşi benzeri bulunmaz bir sanat eseri olan canlı cansız bütün varlıklar, uyanık akılları hayran eder. Yaratıcıya perestiş ettirir, kişinin imanını, izanını, şükrünü arttırır. İnsan nazarı bu güzellikler karşısında kendinden geçer. Bu sıradan gibi görünen olağanüstü güzellikleri yaratana gönülden bağlanır.
* * *
Kafes arkasından şuara meclisini dinleyen Bahtî mahlaslı I. Ahmed bahara dair sözlerin uzayacağını, hesaba katarak meclise başka önemli bir konuyu hatırlatan şu beyti söyledi:
Bahâr oldukda diller açılup bulsa n’ola kâmı
Rebî‘ oldı Habîb-i Ekrem’üñ mevlûdı eyyâmı
Bahar olduğunda gönüller açılıp muradına erse şaşılır mı; ilkbahar, Hz. Habib-i Ekrem’in doğum ayı oldu.
Şair padişah bir bakıma baharın böyle güzelliklere mazhar olması karşısında, gönlün hayran olup coşmasını Hz. Peygamber’in bu mevsimde doğumuna bağlıyordu.
Meclisin sonlarına doğru Nedim Sözü aldı, duygularını özlemlerini, kim bilir belki de Patrona isyanı sırasındaki hazin sonunu hissederek, şu beytin kanatları altında meclise saldı:
Nev-bahâr olsa da bî-çâre Nedîmâ nâşâd
Rûz-ı mahşerde meğer şâd ola bâ-lûtf-ı Hudâ
İlkbahar olsa da biçare Nedim şad değildir; meğer Allah’ın lütfu ile mahşer gününde sevine.
Dünya hayatında her ne kadar hoş bir ömür sürmüş olsa da; son demi yürek paralayıcı olan bu şen şakrak şairin hüzünlü beytini meclistekiler sessizce tasdik etiler. Nedim’in bu haline bir tür tercüman olan ve genç yaşta ömür defteri kapanan büyük şair Şeyh Galib meclisi noktalayan şu beyti söyledi:
Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâra düşdü
Bülbül bahar erişip gül sohbeti yenilendi; yine tahammül, katlanma nöbeti kararsız gönle düştü.
Meclistekiler Gâlib’in beytini büyük bir hayranlıkla tasdik edip, birer ikişer divanlarının tozlu sayfaları arasına geri döndüler…
İlk yorumu siz yazın