Edep

Edep aklın sûretidir. Hz. Ali (ra)

Edep, aklın aşkla birlikte aldığı haldir. Resim, bir mânâ ile görünür. Şu halde:

“Sünnet-i Seniye, edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın.” Risale-i Nur Külliyatından bu hükme ulaşmak mutlaktır.

Akıl ile edep ilişkisini İmam Gazâlî’nin insan bilincinin başlangıcına belirti saydığı söylenir. Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir. Dolayısıyla edebe dair hâl ve hareketler, aklın kurduğu utanma mizanıyla ölçülür. Nitekim, bir hadis-i şerif bu hali insanlık tarihiyle eşitliyor:

“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”1

Böylece, insanın zihnin çarklarında ürettiği, bilinçle farkına vardığı ve hoşlanıp gönlünde yer verdiği hayat ölçüleriyle sürüp gittiği insanın medenî halini tespit ediyor. Edep medeniyet meselesi iken aynı zamanda bir iman meselesidir. Örneğin;

“Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kâmil mânâda) iman etmiş olamaz”2 diyor Efendimiz (asm). Edep, insanlığın her devrinde, her mevkiinde ve makamında benzer, eş hatta eşit kaygılar taşır. Peygamber öğütleri bunun önceki ve sonraki asırlara yansımaları olarak yer bulabilir. Peygamber, edebin tarif edicisi, tamamlayıcısı ve mükemmel bir uygulayıcısıdır. Buna öncesinden bir örnek:

Tzu Kung dedi ki: Bir kimsenin bütün yaşamına kılavuz olabilecek bir şey var mıdır? Üstad yanıt verdi: Mütekabiliyet olabilir mi? Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma!3

Bir örnek daha:

Nefret ettiğiniz bir şeyi, arkadaşınıza yapmayın. Bir kaç sözcükle bütün bir Tevrat’ın özü budur; geri kalan her şey, bu esas noktanın geliştirilmesinden ibarettir.4

İşte Efendimizin (asm) özetlediği “peygamber öğüdü” perspektifi edebin insan fıtratını tarih üzerinde nasıl çalıştırdığını gösteriyor.

İmam Gazâlî, bir çocuğun akletmeye başlamasının işaretini “konuşması,” “sayı sayması” vs. değil, “utanma duygusu” olarak görüyordu. “Çocuk çekindiği ve utandığı zaman… aklın nuru onun üzerine doğmuştur ki, bir kısım şeyleri çirkin görür ve bir kısmına muhalefet eder”5 diyor. Buna sebep; aklın olduğu (ya da doğduğu) bir yerde bağımlılık olamayacağıdır. Çünkü akıl, insana hataları için nefsini ıslah etmeyi öğütler; başkaları üzerinden bağımlı mazeretler üretmeyi değil. Bunun en mükemmel neticesi iman ve marifettir.

Râgıb el-İsfahânî şöyle der:

Üç çeşit özür dileme vardır:

1- Kişinin “Ben yapmadım” demesi

2- “Şundan dolayı yaptım” demesi

3- “Yaptım, iyi olmadı; artık işlemeyeceğim” demesidir.

Üçüncüsü tövbedir. Modern insan tövbeyi bilmese de, utanmanın ve affetmenin en önemli iki insan izi olduğunu kabul ediyor. Meşhur yönetmen Ingmar Bergman’a sormuşlar. “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?”  Bergman “Utanç” diye yanıtlamış, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.” Yani, Bediüzzaman’ın sıraladığı şekliyle; itiraf, istiğfar ve istiaze. Bunun modern döneme yansıması olarak “asrın utancı” gerekliliği.

Avârifü’l-Maârif’te Abdullah bin Mübârek’e ait bir söz şu şekilde geçiyor: “Çok ilimden ziyade az edebe daha çok muhtâcız.” Bunun çok bilip utancı kaybeden ve azgınlığı artan toplumlara karşılık söylendiğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. İlmin çoğalması, bilginin rahatça dolaşabilmesi; bilginin karşılığı görgüyü, ilmin neticesi edebi üretebilmesi olan ‘insanî verimlilik’ sonucunu getirmesi beklenir. Elde edilen meyveler küçük insaniyet olan medeniyetin, büyük insanlık olan dine nispetini de ortaya çıkarabilir.

Edebin başta gelen bir göstergesi hakkı kabul, adaleti tesistir. Hakkı kabul etmekte Hz. Ömer gibi olmak gerek. Sezai Karakoç: “Adalet mülkün temeli, adaletin de temeli fazilet” derken medenî olamadan adil olamayacağını anlatıyor. Söz konusu medeniyetin de temel prensibi, menfaat yerine fazilettir. Çünkü fazilet, kişinin adaletidir. Kişisel adalet zayıfladığında kurumsal adaletin çalışması da bozulur.

Sâmiha Ayverdi bu hususu şöyle özetlemiştir:

“İçi tımar olmamış kimse ister âlim, ister hâkim, ister san’atkâr ne kıyafette olursa olsun kâmil değildir. Kâmil insan, kendi kendinin iç âmiri, iç düzeninin nâzımı ve irâdesinin sâhibi olandır.”

Hazret-i Hasan’a (ra) isnat edilen bir söz: “Fikruke fîke yekfîke” “Senin fikrin sana yeterlidir.” Bediüzzaman da “Herkesin bir fikri var” der. Ancak, acele olgunlaşan fikirlerden de kaçınmak lâzım. İsmet Özel: “Tez kızaran güllerden kendini sakın” derken bunu söylüyor olmalı. Her söylediğin doğru olmalı, her fikrin doğru olmalı, yani doğrulardan oluşmalıdır. Ancak, her doğrular bütünü yeni bir doğruyu doğurur mu? Ya da tersi de mümkün olabilir mi? Yani, doğrulardan yanlış, yanlışlardan doğru çıkabilir mi? Mantığın mizanıyla tartılmış sözler ve fikirler her durumda tartışmaya açıktır. Ancak mantıkta yanlış iddialar yanlış hükümler çıkarır ya da doğru hükümler de çıkabilir. Ancak doğru iddialardan yanlış hüküm çıkmaz.  Bu, fikrin olduğu kadar; fikri ifade eden ve fikri ifade edilenin de içine alındığı bir usul ve esas ilişkilerini ifade eder ki; fikrin edebini oluşturur. Fikrin edebi; oluşumundan ifade edilmesine ve eleştirilmesine kadar aşamaları içine alır. Bir sözün değeri, onu söyleyen kimsenin kişiliğindedir, çünkü yeryüzünde söylenmedik yeni bir söz kalmamıştır.6 Söz kendi anlamı kadar, kim, kime hangi makamda olduğu soruları ile de belirleyicidir.

İhyâ-i Ulûm’dan: “Bu zamanda nâsın (insanlar) iyisi gitmiş, geriye nesnâs (söz taşıyan) kalmıştır.” O halde, şu nasihate kulak vermek gerekebilir:

“Biliyormuş gibi konuşmaktansa bilmiyormuş gibi dinle.” Bu aynı zamanda doğru mantığı ifade edebilir.

Fikrin ya da sözün eleştirisinin olduğu gibi sahibi olan şahsı takdir etmenin ve edilmenin de bir edebi vardır.  Resûlullâh buyuruyor:

“–Parmakla gösterilmek, günah olarak kişiye yeter.”

“–İyi olsa da mı yâ Resûlallâh?” diye sordular. Efendimiz:

“–Allâh’ın muhâfaza ettikleri hâriç, iyi olsa da. Eğer kötü olursa zâten kendisi için bu hâl ne fenâdır.” buyurdu.7

Eskiler, “Sohbette insibağ (huy aktarımı) vardır” demişler. Yani, etkileme gücü tek yönlü değil karşılıklı bir akıştır. Etkileşim. Bu yüzden “Birinin kendisi iyi ama çevresi kötü” olamaz.

Ebu Hanife’nin talebesi Ebu Yusuf’a nasihatlerinden de bunu anlıyoruz. Şöyle demiştir:

(…)

Cimri olma,

tamahkâr olma,

yalancı olma,

hak ile bâtılı,

ciddi ile şakayı karıştıran biri olma;

tüm işlerde kişiliğini muhafaza et!8

“Bir kusurum vardır: Sahte olmamak. Çok medenî bir kusur…” diye bir söz geçer, Peyami Safa’nın Cânân romanında.  Rachmaninoff bir mektubunda şöyle diyor: “Son zamanlarda yazdığım eserleri kimse beğenmiyor, belki de eserlerim gerçekten iyi değillerdir diye düşünmeye başladım”

Bu şüpheye düşen dahilerin %99’u kalıcı eserler üretenlerdir. İlmin, bilginin olduğu kadar zekânın ve dehanın da edepten ayrı düşünülemeyeceğini kabul etmek gerek. Bediüzzaman’ın Avrupanın dehasını tek gözlü olarak nitelerken bunun edepten mahrum kalan tarafına atıf olduğu da söylenebilir. Edeple yoğrulmuş deha, hüdâ denilen, hidayete vesile olan akıldır. Bunun edebin; dehanın ürettiği bilim ve teknolojinin medeniyet sahasında kurduğu bireysel tavır ve davranışlar olarak nereye karşılık geldiği ile ilgili olduğudur. Müslümanların ilim ve edep rehberlerinden olan Hz. Ali (ra) yetimliği sûrî ve manevî olarak ele alırken “Gerçek yetim ilimden ve edepten mahrum kalandır” diyor.

Bunun dışında edebin yer, zaman ve muhataplar olarak farklı davranışlara da açık olabileceği reddedilemez. Bunun için olsa gerek, eskilerin bir sözü: “Beyne’l-ahbâbteskutu’l-âdâb” şeklindedir. (Ahbap [dostlar] arasında adap düşer.) Her samimiyet, iyi niyet, yakınlığın gereği çizgiler ve sınırlar elbette bulunmalıdır. İfâde edilen de esasında budur. Hazret-i Ali, bunu açıklar bir sözünde “Ülfet (dostluk) arttığında külfet (zahmet ve yapmacıklık) yok olur” demektedir. Dost, dosta kolaylık ve samimiyetten başka bir edep halini veremez.

Dipnotlar:
1) Buhârî, Enbiyâ: 54, Edeb: 78.
2) Buhârî, İmân: 7; Müslim, İmân: 71
3) Konfüçyüs, Analektler
4) Haham Hiller, MÖ 1. Yy.
5) Kimya-yı Saâdet
6) Joseph Conrad, Nostromo
7) Taberânî
8) Ebu Hanife /Menakıb

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*