“İlmin afeti unutmaktır.” (Hadis)
Zarafetin afeti sakf (övünmek ve manasız sözler)dır. Şecaatin afeti serkeşliktir. Semahatin (hoşgörünün) afeti minnet etmek, güzelliğin afeti kibir göstermek, ibadetin afeti fetrettir (gayretten sükuna düşmek), sözün afeti yalandır. İlmin afeti unutkanlıktır. Asaletin afeti tefahurdur. Cömertliğin afeti israftır. Dinin afeti ise hevadır (nefsine uymak).1
Unutmak bir afettir hem de bir nimettir. Çünkü bilginin kabuk ve kirlerinden biri de unutmaktır. Diğer taraftan bu sayede yanlış ve eksikler de silinebilir. O halde her şeyde olduğu gibi unutmakta da olumlu ve olumsuz taraflar ve anlamlar bulunacaktır.
“Evvelü nâs evvelü’n-nâs” (İlk unutan ilk insandır) denmiştir. İnsân-nisyân bağlamında söylenmiş bir başka söz de: “Hâfıza-i beşer nisyân ile ma’lûldür.” Yani: İnsan hafızası unutkanlık hastalığına müpteladır, şeklindedir.
Bediüzzaman’ın bu noktada bir bakışı, hayatın bıraktıklarını unutmakla insanın sağlıklı yürüyebileceği yönündedir.
“Nisyan bir nimettir, yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.”2
Unutmak veya unutmamak kişisel merak ve eğitimin bir karşılığı olsa gerek. “Kserkses (Bir Pers hükümdarı) en az yüz bin askerden oluşan ordusunun her üyesine adıyla hitap edebildiyse, bu muhteşem yeteneğini çocukken ezberlediği derslerden edindiğini düşünmek doğru bir çıkarsama olmayabilir. (Belki de olabilir!?)
Zihin neye yönelmişse ve neyin savaşını veriyorsa onu en iyi hatırlar ve bu da yukarıda söz ettiğimiz nedenle olur; bu nedene yöntem ve düzen eklenirse, kanımca zayıf bir belleği desteklemek için yapılabilecek her şey yapılmış demektir.”3
Bediüzzaman bir noktaya dikkat çeker; “Bâtıl şeyleri tasvir, safî zihinleri idlâldir ve cerhtir. Ba’dehu cerh ve red ile tedavi ya olur, ya olmaz.” (Sünuhat) O halde bâtılın unutulması veya unutturulması cerh ya da red etmekten daha kalıcı bir çözüm olabilir. Diğer taraftan kontrolsüz unutmanın bir sebebi de bâtıl tasvirlerin zihnin çarklarına olumsuz etkisidir. Eski kitaplarda unutkanlık sebepleri arasında zikredilir: “İsyânı çok olanın nisyânı çok olur.” Bediüzzaman da harama nazarı öncül sebeplerden biri görür.
Unutkanlık bilinçli bir şekilde alışkanlığa dönüşme sürecinin bir parçasıdır. Gözler burnu sürekli görür ancak beyin bunu yok sayar. Burun sadece dikkat edildiğinde görünür. Sadece hatırlamak değil, unutmak da beynin önemli fonksiyonlarından biri, diyordu Osman Müftüoğlu bir yazısında. “Hatırlamak yeteneği kadar, unutma kapasitesi de hepimiz için gerekli ve vazgeçilmez bir yetenek. Kötü anıları etkisiz kılmak, mevcut bir acıyı kesip atmak, hüznü fazla uzatmamak ‘unutma yeteneğimiz’ ile bağlantılı. Unutmanın, unutmayı başarabilmenin sadece ihtiyaç duymadığımız depolanmış bilgiyi silmeye yaramadığını, işe yarar bilgilerin geri çağrılmasını da kolaylaştırdığını ve bu işin anahtarlarını da ‘iyi bir gece uykusu’ gerektirdiğini bir kenara not edelim” diyordu.
Bir araştırmaya göre de, kullanışlı bir hafızaya sahip olmanın anahtarı unutmak! Dr. Blake Richards beynimizin önemsiz detayları unutarak kararlarımızı verirken bize yardımcı olacak şeylere odaklanmasının önemli olduğunu belirtiyor. Dr. Richards ayrıca beynin doğru şeyleri unutmak için fazladan çalıştığını da belirtiyor. Beyin, sinapslar arasındaki bağlantıların zayıflaması ve yeni nöronların oluşması yoluyla unutuyor. Yeni nöronlar eski anıları siliyor ve eskiden depolanmış bilgilerin üzerini örtecek şekilde yeni ağlar oluşturuyor.
Dr. Richards unutma sürecinin eski ve kullanışsız bilgileri boşaltmamıza yardımcı olduğu için yararlı olduğunu söylüyor: “Hatırlamak isteyeceğiniz bir çevre ve hatırlamak istemeyeceğiniz bir çevre arasındaki farkı belirleyen, o çevrenin ne kadar tutarlı olduğu ve o çevrede olan şeylerin sizin hayatınızda yeniden ne denli yer alacağı sorularıdır.”
Uğur Meleke “İnsan nisyanla mağrurdur” derken bu sözü de şöyle tamamlıyor: “Beynimiz mükemmel bir montaj cihazı gibi çalışmasaydı; şu anda her birimiz utançlarımız yüzünden sokağa çıkamıyor olurduk”. Mevlânâ’ya göre ise bu unutmak Allah’ın örtmesinden ibaret bir nimettir: “Çıkar dağlara giderdim olmasa Settarlığın” bir hileden çok sığınmayı, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “istiaze”yi ifade eder. Buradaki kurgu “kader”in bir küllî irade elinde şekilleniyor olmasıdır.
Diğer taraftan:
Bir çalışmaya göre not almak hatırladığımız şeyleri azaltıyor. Beklenenin aksine bilgileri not etmek onların belleğimizden çıkarılmasına neden oluyor. Görünen o ki yazdıklarımızı kasıtlı olarak unutuyoruz. Bunun nedeni beynimizin kendisine şöyle demesi. “Bu bilgiyi not aldım, artık hatırlamama gerek yok!”4
Osman Müftüoğlu, bir başka yazısında bellekle veri tabanı arasındaki ayrımlara dikkat çekiyordu. Buna göre belleğimiz bugüne kadar öğrendiklerimizi, bugüne kadar başımızdan geçenleri depolayıp saklayan ve biz istediğimizde de “şak!” diye önümüze koyan bir veri tabanından çok daha ötesi. Üstelik ciddi ölçüde de duygusal. Ayrıca bütün anılarımız, yani belleğimize yüklediğimiz her kayıt aynı kıymette, aynı ton ve renkte değil. Bazıları anında unutulurken bazıları unutulmayacak kadar derinlere kazınıyor.
Unutmak da bellemek ve unutmamak kadar mühim bir iş. Hattâ bazı anılar söz konusu olduğunda “unutmak” iyi bir şey bile olabiliyor.
Dahası bir nimet, bir marifet haline bile geliyor. Kötü anılar mesela! Acılar! Büyük ve derin acıların kayıtlı olduğu tatsız anılar. 20-30 yıl hiç azalmadan aynı yoğunlukta, aynı tazelikte anımsanmaya devam etselerdi halimiz nice olurdu? Uzun ve kısa süreli bellek kayıtları var ve bunların işleme mekanizmaları oldukça farklı. Geçici bellekte sadece birkaç saniye bilemediniz birkaç dakika akılda tutulacak bilgilerin kaydı var. Uzun süreli bellekte ise daha derin, daha mühim kayıtlar var. Bu kayıtların çoğu da anılarla, görsellerle, duysallarla, tensel tanımlarla birlikte kaydediliyor.
Akira Kurosawa birşeyler üretebilmek için içimizde zengin kaynaklarımız olmalı, “bu yüzden üretmek bellekten doğar derim sıklıkla” diye anlatıyor. Bellek üreticilik için kaynaktır. Hiçlikten bir şey üretemezsiniz. Belleğin gücü ise başta okumaktan gelir sonra da deneyimler; ister okuduklarımızdan ister kendi yaşam deneyimlerimizden olsun içinde bir şeyler yoksa üretmeyi başaramazsınız.
Bunun insan bilincinin doğru bir organize ile neyi, nerede, ne kadar ve hangi oranda kullanacağını öğrenmesi ile olabileceği ortaya çıkıyor. Nitekim, Bediüzzaman’ın şu ölçüsü buna bir örnek alınabilir:
“Amma nefsini unutan ehl-i kemal sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında her şeyden evvel nefsini ileri sürüyor; fakat neticelerde, faidelerde, menfaatlerde nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.”5
Unutmakla ilgili üç ard arda yaklaşım şöyle anlatılabilir:
- “Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli. Geçmiş lezaiz, ah vah dedirtir. ‘Ah!’ müstetir bir elemin tercümanıdır. Geçmiş âlâm, ‘Oh!’ dedirtir. O ‘Oh’ muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
- Nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.
- Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa isti’zam ile üflense, şişer; merak edilse, ikileşir; kalpteki misali, hayali hakikata inkılab eder; o da kalbi döver.”
Şeylerin, ilişkilerin ve davranışların olduğu gibi, unutmanın da organizesi zekâ ile ilgili bir iştir. Davranışçılardan Thurstone’a (1938) göre zekâ, zihinsel yeteneklerin bir toplamıdır. Birbiriyle bağlantılı ve ilişkili yedi parçadan bahseder ve bunları şöyle sıralamak mümkündür:
- Saha/Alan Öğesi: Kişinin nesneleri bir alanda hayal edebilme yeteneği.
- Sayı Öğesi: Kişinin sayılarla olan yeteneği.
- Sözcük Anlama: Kişinin hızlı okuyabilmesi; geniş bir sözcük dağarcığı olabilmesi gibi.
- Sözcüksel Akılcılık: Sözcükleri akıcı bir şekilde kullanabilme yeteneği.
- Ezberleme Yeteneği: Bu yetenek iki çeşittir. İlki kasıtlı ezberleme, ikincisi ise geçmiş olayları ya da deneyimleri hatırlama.
- Tümevarımsal Mantık: Kişinin üzerinde çalıştığı işin ana kuralını kavrama, faydalı genellemelere gitme.
- Algılama Hızı: Her bir sözcüğü tek tek incelemede tüm cümleyi veya okuma parçasını anlayabilme yeteneği.
J.P. Guilford (1967)’a göre zekâ üç temel boyuttan oluşmuştur:
- Zihinsel işlemler (düşünme süreçleri);
- İçerikler (düşündüğümüz konular)
- Ürünler (düşündükten sonra elde ettiklerimiz)
Steinberg ve zekânın üçlü kuramından da bahsetmek gerekir. Bu kuram zekâyla ilintili olarak birbirine bağımlı üç boyuttan bahseder: Parçasal boyut, deneysel boyut ve içeriksel boyut. Parçasal boyut, kişiyi yapabilecek şeyleri ayrı ayrı planlamaya, yaparken onların tümünü kontrol ve idare etmeye, yaptıktan sonra da onları değerlendirmeye iter. Deneysel boyut ve zekânın deneyimli ilgili olduğunu, kişilerin yapacakları işlerin geçmişle var olan tüm bilgilerini kullanmasıyla ortaya çıkacağını ileri sürer. Fakat geçmiş deneyimlerden ortaya çıkan bu yapılan iş daha evvel hiç görülmemiş, duyulmamış; başka bir deyişle, yepyeni ve orijinal olmalıdır. İçeriksel boyut, içinde yaşadığımız yerlerle ilgilidir: İçinde bulunduğumuz çevrelere adapte olma; etrafımızdaki çevreleri kendine uydurma; farklı çevreleri seçebilme gibi. Her boyutun bir yetenek ile ilişkisi vardır. Şöyle ki parçasal boyut, analitik yeteneklerle; deneysel boyut, yaratıcı yeteneklerle ve içeriksel boyut ise uygulamalı yeteneklerle ilintilidir. Görüldüğü üzere unutmak yaşamın üretici bir parçası olduğundan zekâ, yetenek ve öğrenim teknikleri içinde yoğun uğraşların bir parçası olmak zorundadır.
Zübeyr Gündüzalp: Bir şeyi unuttuğumuzda Üstad; “Ben tabiatperestliği inkâr ettiğim gibi, unutmayı da inkâr ediyorum. Unutma yoktur. Himmetsizsiniz.” derdi.6
Her şeyde olduğu gibi, unutma da bilinçli bir davranış olmaktan çıkınca rastlantısal bir oyundan, kör ve sağır tabiatın oyuncaklarından biri haline geliyor. Bir nimet şükür görmezse zararlı bir alete dönüşür; şükür ile hakikî anlam ve işlevine kavuşur. Âlimin bilmesi ile cahilin bilmesi bir olmadığı gibi âlimin unutması ile cahilin unutması da bir değildir.
İlk yorumu siz yazın