Orwell’in 1984 romanında: “Güç, insanların zihinlerini parçalara ayırıp, sizin seçtiğiniz şekilde tekrar birleştirebilmektir” der.
Güç, kuvvet evrenin ve insanın bütünlüğünü koruyabilmesinin anahtarı görülmektedir. Bunun için, kuvvet parçalı evren ve ilişkilerinin bir araya getirilmesi için gereken önemli bir unsurdur. Christopher Reeve: “Süpermen’i kahraman yapan güç sahibi olması değil, gücü akıllıca kullanacak bilgeliğe ve olgunluğa sahip olmasıdır. Oyunculuk açısından, bu kısma böyle yaklaştım” diyor. Gücün sahibi olmak, kuvvetli olmak, güç sahibi olmak parçaları doğru birleştirmek ve yerinde tutmak için bir ön şarttır. Bunun bir hayal kahramanı rolü için bile ne denli gerekli olduğu anlaşılıyor.
Evren ilk yaratıldığında macun gibiydi, yani bütündü. Sonra parçalandı ve dağıldı. Bu dağınıklık başı boş, rastgele, kendi kendine, belirsiz ve kaotik bir durum değildi. Çünkü dağıldıkça aralarındaki kuvvet ilişkileri de kompleks bir yapıya doğru ilerliyordu. Bu kompleksite bir bütünlüğü koruma sonucunu veriyordu. Yani, dağıldıkça birleşen; çoğaldıkça tekleşen ve ayrıldıkça buluşan bir fizik âlem görünen uzayımız. Bunun insan için anlamı, aynı güç ve kuvvet altında bulunduğumuz anlamının iç ve dış semâda okunabilmesidir.
Patlayan devasa yıldızların süper yoğun çekirdeklerinde yerçekimi dalgaları yörünge enerjisini akıtarak yıldızların birbirlerine yaklaşmasına ve birleşmesine neden olur. Yıldızlar çarpışınca bir dizi farklı dalga boyunda ışık yayar. Önce gama ışınları, sonra morötesi, ardından görünür ve kızılötesi ve X-ışınları…
Lazer İnterferometre Yerçekimi Dalgası Gözlemevi’ndeki (LIGO) dedektörler, Fermi tarafından ilk ışık görülmeden sadece 1,7 saniye önce bir yerçekimi dalgası sinyali aldı ve bu, hem ışık hem de yerçekimi dalgalarında gözlemlenen ilk olay oldu.
Protonun içinin bir çorba gibi karmakarışık olduğunu biliyoruz. İçinde bir nevi hapis hayatı yaşayan kuark dediğimiz temel parçacıkların yanında bir de bu parçacıkları “güçlü kuvvet” ile birbirine bağlayan gluon isminde kuvvet taşıyıcı parçacıklar vardır. Gluonun keşfi güçlü kuvvetin teorisi olan “Kuantum Renk Dinamiği” (QCD) için önemli bir kilometre taşıydı. İlerleyen yıllarda QCD sayesinde proton yapısı ve güçlü kuvvet daha detaylı araştırıldı, bir çok keşif yapıldı. Bunlardan en ünlüsü 2012 yılında CERN’de bulunan Higgs Bozonuydu. Halen daha araştırmaya, evrenimizi ve tabi olduğumuz fizik yasalarını daha iyi anlamaya çalışıyoruz.
Bediüzzaman’dan çekim kuvvet dalgalarının keşfi ve tarifi ile hayat ilişkisi üzerine yorumlanabilecek şu yaklaşımı önemli olsa gerektir. Buna göre:
“Kesretin mebdei vahdettir, müntehası da vahdettir. Bu bir düstur-u fıtrattır.
“Kudret-i ezeliyenin feyz-i tecellisi ve eser-i ibdaı olan kâinattaki kuvvetten umum zerrata, herbir zerreye birer zerre-i cazibe halk ve ihsan ederek ve ondan kâinatın rabıtası olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inşa ve icad etmiştir. Nasıl ki zerratta reşehat-ı kuvvet olan cazibelerin muhassalası bir cazibe-i umumiye vardır. O da kuvvetin ziyasıdır. İzabesinden neş’et eden bir istihale-i latîfesidir.” (Sünuhat)
Bu halde, özünde kuvvetin tek olduğu sadece eşyanın farklı yüzlerinde farklı göründüğünü de anlayabiliriz. Üstad meseleyi açıkça ifade etmiştir:
“Zira kudret zâtiyedir. Acz tahallül edemez. Melekûtiyete taalluk eder. Mevani’ tedahül edemez. Nisbeti kanunîdir. Cüz ve küll, cüz’î ve küllî hükmüne geçer.” (Tuluat)
Bunun İlâhî güç ve kuvvet dışında bir güce ve kuvvete yer olmadığı sonucunu verdiği görülüyor.
“Kudret-i ezeliye, Zât-ı Akdes’e lâzıme-i zaruriye-i naşie-i zâtiyedir. (Acz) zıddı olduğundan bizzarure, zaruriye-i zâtiye ile, zıddının melzumu olan zâta ârız olmaz. Madem zâta ârız olamaz, kudrete bizzarure tahallül edemez. Madem ki tahallül edemez, kudrette meratib bizzarure olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadın tedahülüyledir. Meselâ hararette meratib, bürudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahülüyledir.
“Mümkinatta hakikî lüzum-u zâtî-i tabiî olmadığından, kâinatta ezdad birbirine girebilmiş. Meratib tevellüd edip, ihtilafat ile tagayyürat neş’et etmiştir. Madem ki kudrette meratib olamaz, makdurat dahi bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük, en küçüğe müsavi, zerrat yıldızlara emsal olur.” (Sünuhat)
Buradan şunu anlıyoruz ki kuvvet özdür, yayılımı dalgasaldır; yani parçacıklar kuvvetin özünü teşkil etmez. Parça yansıtıcıdır. Yerçekimi dalgaları gibi… Bu nedenle mesela çekim kuvveti ile en büyük şey en küçük şey gibi kolayca çekilir. Ancak kuvvetin kendisi bir varlık değil bir sıfattır. Bu da zâtîdir, bir özdür. Tek bir Ferd’e mahsustur.
Bir şeyin yaratılması, diriltilmesi ve hareketi her şeye bağlı olduğu için her şey bir şey gibi yaratılır, diriltilir ve hareket eder.
Kuvvetin madde üzerinde ürettiği titreşimleri tespit ederek kuvveti bulmuş olamıyoruz maalesef çünkü kuvvet mutlak ve bütün olduğundan parçasal bileşimli olmakla bir görünüm elde edemez. Bu da şunu gösterir ki, kuvvet tespit edilemez… Tamamen dalgasaldır olarak anlamak doğrudur. İmkân dairesi ölçüleri dışındadır. Durdurulamaz ve dondurulamaz olduğundan azaltılması arttırılması sadece öze ve asıla ait bir tasarruf iledir.
Kör kuvvet, sağır tabiat… Kuvvet görmez ve görülemez… Tabiat duymaz ve duyulamaz… Bu söz demektir ki, imkân dairesi içinde bulunacak cevher yoktur varlığın özü ile ilgili…
Bediüzzaman’ın Sözler’deki şu veciz ifadeleri akla ve ruha itminan veriyor:
“Kur’anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firaku’l-ahbabdan gelir, fakdü’l-ahbabdan gelmez.
Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu, hem rahmetli bir san’at-ı İlahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cem’iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
Her köşede istînas, o cem’iyet içinde mahzunu vaz’ediyor bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.”
Şu belirlemeler çok güçlü bir mantık üzerinde bir yüksek gerçek görüntüsü verir. Bunları Mektubat’taki Hakikat Çekirdeklerinden altı madde ile özetlemek mümkün olabilir. Şöyle ki:
- Esbaba tesir-i hakikî verilmemiş; vahdet ve celal, öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab dest-i kudrete perde olmuştur; izzet ve azamet öyle ister. Tâ nazar-ı zahirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasîse ile mübaşir görülmesin. Mahall-i taalluk-u kudret olan her şeydeki melekûtiyet ciheti; şeffaftır, nezihtir.
- Âlem-i şehadet, avalimü’l-guyub üstünde tenteneli bir perdedir.
- Bir noktayı tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zira şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfinin, bâhusus zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü vardır.
- Meşhurdur ki: Hilâl-i îde bakarlardı. Kimse bir şey görmedi. İhtiyar bir zât yemin ederek “Hilâli gördüm” dedi. Halbuki gördüğü hilâl değil, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. O kıl nerede, Kamer nerede?.. Harekât-ı zerrat nerede, fâil-i teşkil-i enva’ nerede?..
- Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kabildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil!..
- Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbesiyledir. Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelan-ı nümüvv der: “Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim.” Doğru söyler. Yumurtada bir meyelan-ı hayat var: Der: “Piliç olacağım.” Biiznillah olur. Doğru söyler. Bir avuç su, meyelan-ı incimad ile der: “Fazla yer tutacağım.” Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelanlar, iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. Peki, eşyadaki kuvvet ve cesaretin kaynağı nedir? Bediüzzaman için İlâhî bağlar eşyayı olduğu gibi insanı da karşı konulamaz bir kuvvete sahip kılar. Bu hayal kahramanı süper güçlerde olamayacak bir güç demektir.
Ohio State Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı, sonunda gizemi çözmeyi başardı ve suyun proteinlerin düzenlenmesinde hayatî rol oynadığını açıkladı. Proteinler bildiğimiz gibi vücudun temel taşlarını oluşturmaktadırlar. Proteinlerin etrafını saran küçük ve hızlı su molekülleri, onlara itme ve çekme kuvveti uygulayarak proteinlerin doğal işlevsel şekillerini almalarını sağlıyor. Üstelik su molekülleri, şekil verme işini pikosaniye gibi çok çok kısa sürelerde gerçekleştiriyor.
Ağaç kökleri 40-50 ton ağırlığı kaldırabilecek kuvvet geliştirebilirler. İşte kuvvetin kaynağı, dayanak noktası. Kudret-i İlâhîden başka mümkün değildir.
“Belki hikmeten daha acib ve intizamca daha garib bir surette hikmet ve inayet-i İlâhiye tecelli ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evamir-i tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve memur-u İlâhî olan o latîf sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âşık gibi, o latîf ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.” (Sözler)
İlk yorumu siz yazın