Evvelki yazımızda nefsin mahiyetinden, insanlar tarafından ifrat ve tefritte kullanım şeklinden bahsetmiştik.
Nefis; öz, benlik, zâtın kendisi anlamlarına gelir. Nefis dünyadaki iyilik ve güzellikleri kendimize almak, kötülükleri kendimizden uzaklaştırmak için verilmiş mekanizmaya sahiptir, yani kuvve-i şeheviye ve gadabiye. Nefis bütün lezzetlerin mahzeni, vücudun merkezi, menfaatin madeni ve insana en yakın olandır, bu yüzden “İnsan en evvel nefsini sever” diyor Bediüzzaman. Öte yandan “Senin en zararlı düşmanın nefsindir” hadisini şöyle açıklıyor:
“Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimî sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler…” Buradaki tezkiyesiz kelimesini önemli buluyorum, temizlenmeyen ve aklanmamış anlamına geliyor. Yani kötü huylarından arındırılmamış, terbiye edilmemiş nefse sahip birisi kendinden başkasını saf olarak sevemez, menfaati için sever. Kötü huylarından arındırılıp dönüşmüş nefis ise başka isimlerle adlandırılıyor; nefs-i levvame, nefs-i mutmainne. Bunlar tasavvufta geçen nefsin mertebelerindendir, diğer mertebelerini buraya yazmaya fırsatım yok ancak ikisini özetlemek istiyorum:
Nefs-i Levvâme: Bu mertebede kişi, henüz kendini kötülükten menedecek dereceye gelmemiş ancak yaptığı işlerden vicdan huzursuzluğu ve pişmanlık duyup kendini suçlar. Nefsin vâsıl olduğu bu merhalenin ismi, Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Levvâme (pişmankâr) nefse kasem ederim…”1 âyetinden gelmektedir.
Nefs-i Mülheme: Bu mertebede tam bir teslîmiyet hâlinde olan kul hakîkatlerden ilham sûretiyle haber alır. Yani, ilhâma mazhar olan nefistir. Nefsin bu mertebesinin “mülheme” tâbiriyle ifâde olunması da Kur’ân-ı Kerîm’deki: “Nefse ve onu yaratılış maksadına uygun olarak şekillendirip, ona fücûr ve takvâsını ilham edene andolsun!”2 âyetinden bir çıkarımdır.
Peki, kötülüğü emreden nefsin özellikleri nelerdir?
Nefis, naks, fakr ve aczden yoğrulmuştur.3 Sabırsızdır, cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusundadır.4 Tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden, tesettür etmek ister.5 Kat’î, yakînî bürhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kaleyi tamamen inkâr eder ve cehaletini ortaya koyar.6 Başkalarının kusurlarını görür. Kendini ıslah etmek istemez. Dünya hayatına müştaktır.7 Sonsuza kadar yaşayacağını sanır. Lezzete ve menfaatin zevkine meftundur.8 Kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur.9 Hizmet zamanında geri kaçar. Ücret vaktinde ileri safa hücum eder.10 Dünyaya, boğazına ve menfaatine düşkündür. Yemeyi içmeyi sever.11 Kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır.12 Hükm-ü kadere razı olmaz…13
Kendini sevmek ne demek?
Peki, nefis böyle özelliklere sahipse, onu nasıl seveceğim, sevmek ne demek? Gurur olmaz mı bu? Kendini sevmek nefsini sevmekse, bu nasıl olacak?
Nefsini sevmek demek, ona acımak, terbiye etmek, zararlı heveslerden men etmektir. O zaman nefsin esiri olmazsın, nefsin sahibi olursun. İsteklerini yerine getirmek uğruna her şeyini feda etmezsin. Şöyle örnek verebiliriz; kendini seven kendi kusurunu görür, kendini seven sadece gördüğüne bakarak hüküm verip haksızlık etmez, kendini seven saatlerini verimli değerlendirir, kendini seven lezzeti uğruna değerlerinden vazgeçmez, kendini seven tembelliğe fırsat vererek vazifelerini aksatmaz vs. Bu maddeleri kendi hayatınıza göre çoğaltabilirsiniz. Yani kendini sevmek demek, bir çocuğu eğitir gibi onu iyiye ve doğruya yöneltmek demektir, çocuk razı değilse bile. Meselâ kış günü çocuk dondurma yemek ister, annesi izin vermez çünkü zararınadır. İkna yoluyla mantıklı gerekçeleri açıklanır, artıları eksileri söylenir. Sonra alternatif sunulabilir. Nefsimiz de çocuk gibi olduğu için ikna metodunu kullanabiliriz, akıbeti görmeyen nefsi hayalen neticeye götürüp ona gösterebiliriz, yine ikna olmuyorsa ona uymayız, o istediğini yapsın biz doğru olanı yapacağız. “Ey nefs-i emmarem! Sana tâbi’ değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana musahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal’e abd olurum.” diye nefsiyle muhaveresinden bahsediyor Bediüzzaman Said Nursî. Düşmanlık ve intikam duygusu için de bu tahlili yapıyor; eğer şahsını seversen bu duygulara yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme… Yani nefsimiz sürekli konuşur, iknaya çalışırız, ikna olmayacak bir safhadaysa onu dinlemeyiz, yolumuza devam ederiz. Çünkü kendimizi seviyoruz.
İlk yorumu siz yazın