Ben (1)

“Ben beni bilmem neyim, dünya nedir, ukba nedir

Söyleten kim, söyleyen kim, aşk nedir, sevda nedir

Mey nedir, saki nedir, mecnun nedir, leyla nedir

Kimse idrak eylemez bu âlem-i eşya nedir”

Aşık Şemi

“Ben, özü itibariyle, bir çatışma ve uyuşmazlık bölgesi; sürekli bir mücadelenin yeridir” diye bir söz vardır, Sean Homer’da. “Biz hatırladıklarımızın bir bütünüyüz; sabit olmayan şekillerden, kırılan ayna yığınlarından oluşan hayalî bir müzeyiz” der Borges de, Borges ve Ben’de.

“Ben kimim, neyim”den çok insan içinde “Ben kim değilim, neyin dışındayım” sorusu daha kabul görür. Bunun sebebi, dışa dönüktür; afâkî tefekkür denen ilk değerlendirmeler insan için de çevre için de daha güvenli ve bir süre sonra da konforlu bir evrendir. Enfüsî olan “Ben kimim, neyim” hem çok katmanlı ve kompleks hem de uzun süreli ve fakat neredeyse neticesiz bir seriye aittir ve abstrat bir akımdır. Bunun içinde çoğu olumsuz hükümlere mesken tutmayı gerektirebilir. “Ben kimim?” sorusunun İlâhî yönü ise baştan bu soruyu varlık problemi haline getirir.

“Kibirli insanın misâli, yüksek bir dağın tepesinde durup insanları küçük gören kişinin misâline benzer. Hâlbuki aşağıdaki insanlar da onu küçücük görürler.” der örneğin (Mustafa Hayrî el-Mansûrî, El-Muktetafmin Uyûni’t-Tefâsîr’den iktibâsla).

Bu noktada, ben için kullanılan olumsuz, arıza durum ve sıfatlardan bazıları şunlardır:

Hodgâm: Bencil, yalnız kendi menfaatini düşünen. Hod-endiş: Yalnız kendisi için kaygılanan, yalnız kendini düşünen. Hod-füruş: Kendini, yaptığı işi, az bildiğini iyi satan, pazarlayan, satmaya çalışan.

Muhammed İkbal daha çok ilke ve zora talip gibidir: “Kimsin? Neredensin ki gökyüzü binlerce yıldız gözleriyle sana bakar” der Zebur-i Acem kitabında…

Diğer taraftan, insanın “ben” derken söz ettiği cismâniyetin aslında sadece yüzde onu insandır; canlılığın yüzde doksanı mikroskobik canlılardır. Bakteriler. O halde şu sorular elbette ard arda gelecektir: Bizi biz yapan özü silikon kablolarından yapabilir miyiz? Nedir bize sorular sorduran: “Ben kimim?” diye sorduran, her yere taşıdığımız nöron ağı mıdır? Yeniden yapılabilir, taklid edilebilir mi? Beynin temelinde olan bilmediğimiz kodları bulmalıyız? Bu beynimizin üzerindeki bir neokorteks midir? Nedir? Kodları çözecek algoritma? Verileri kopyalayarak yeni bir beyin üretilebilecek bir teknolojiyi üretsek? Makinelerimiz birer ben olabilir mi? İnsanları çalıştıran bir basit algoritma makineye de kimlik verebilir mi? Hayat bir seyahatse ve kim olduğumuzu sorgulamaksa asıl serüvenimiz o zaman biz kimiz? Makinelerimiz biz olabilir mi? Sürekli çalışan bir makinenin de bir kimliği ve serüveni olabilir mi? Ya da olmaması bizdeki ne belirliyor? Bizde olan ve fakat bizim üretemediğimiz nedir? Kimlik nedir, ben kimdir?

Kimlik ile birlikte kişi nedir, kişinin kıymeti nedir? “Kişinin kıymeti, istek ve arzularının kıymeti kadardır.” Hz Ali’ye (ra) göre. Bediüzzaman ise iki yönlü insan ölçüsü tanımlar:

“Eğer insan benliğine mizan nazarıyla bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfâkî malûmatı kendi malûmatı ile, tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sayede ‘Kad eflehâ men zekkâhâ’daki ‘men’ şümulüne dâhil olarak bihakkın emaneti îfa etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazarıyla bakmakla kendisini mâlik itikad ederse ‘Ve kad hâbe men dessâhâ’nın şümulüne dâhil olmakla emanette hıyanet etmiş olur.” (Mesnevî-i Nuriye)

Ben zihnindeki sensin… Mahsus âleminin öznesi… Burada yine ince bir hesap vardır: Dünyevî işlerde en çok başarı ve mutluluğun şartı bencilliktir. ‘Eşit’in gereği ‘birlikte’dir. Burada bencillik “ben” sahibi olmak anlamında kullanılıyor.

Dünyanın malı muayyen ve paylaşım azalmaya sebep olacağından… Dünyada bir yarışta birinci olmak için özellikle son durumda bencillik göstermek kendine çalışmak elzemdir. Buna liderlik deniyor. Liderler başta bencildirler. Birinci olanlar kendilerine çalışmak durumundadırlar. Yarıştaysanız birlikte birinci olmak yoktur. Başta birlikte koşarsanız da yarış ilerledikçe bencillik artar; çünkü farklar ortaya çıkmaya başlar. Yetenekler ayrılır ve ayırır. Bencil olanlar yeteneklerini kullanmak isterler. Bu onların hakkıdır. Yeteneğini kullanan azaldıkça artan bir bencillik ortamında gittikçe içine kapanır. Burada amaç yeteneğinin son sınırını görmektir. Son sınırı en ötede olan birincidir. Sınıra gelen artık bencillik olarak durumunu korumayı mümkün kılar. Bu durumdaki bencillik devam edenleri engellemeye başlarsa bencillik sorun olmaya başlar. Bu kişiler bozguncudur. Yoksa yeteneğinin peşindeki bencil kendiyle meşguldur. Birinci olan son hamlenin gücüne sahip olanlardan çıkar. Bu da kaderin cüz-i iradeden bir cüz’ün sarfından gelen bir nimettir. Yani yapan Sen değilsin; oraya kadar getiren yeteneğin, sonuç ise kaderindir. Birincinin genelde bencilliği tevazuya basamak olur. “Ben nasıl bu işi yapıyorsam…” diyerek ölçeği büyüterek kıyas yapabilir.

Uhrevî kazançlar ise soyuttur. Paylaşıldıkça kendini çoğaltır. Dolayısıyla en çok başarı birlikteliktir. Eşit “ben”cilliktir. Bediüzzaman bunu ‘bir buz parçası hükmünde olan benliğin bir büyük havuzu kazanmak için havuza atılıp eritilmesi’ olarak niteler. Şu halde yok olan değil var olan bencillerdir. Çünkü benliğini bilen ve elindeki benini kendi isteğiyle ve istediği şekilde kullanan (bırakan değil) insan gerçek bir fedâkardır. Abdurreşid İbrahim’in Dilinden anlatıldığı Cemaleddin Afgani’nin şöyle söylediği not edilir: “Muhammed (asm) bize tevhid kelimesini öğrettiği gibi benlik hürriyetini ve şahsiyet hürriyetini de öğretmiştir.” İran düşüncesinin önemli isimlerinden Ayetullah Muntazıri’nin şu sözü önemlidir: “İslâm’ın siyaset teorisinde kendi kaderini tayin, temel haklardandır. Hiç kimse kendini halkın kayyımı farzedemez”. Burada benliğin keşfi kadar kullanımının da tartışıldığını görüyoruz. Nitekim Bediüzzaman bununla bir hayatı inşa edebilir, görüyor:

“İ’lem Eyyühe’l-Aziz!

Şu görünen umumî âlemde her insanın hususî bir âlemi vardır. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynıdır. Yalnız umumî âlemin merkezi şemstir. Hususî âlemlerin merkezi ise şahıstır. Her hususî âlemin anahtarları o âlemin sahibinde olup letaifiyle bağlıdır. O şahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyası ve zulmeti, merkezleri olan eşhasa tâbidir. Evet, âyinede irtisam eden bir bahçe hareket, tegayyür ve sair ahvalinde âyineye tâbi olduğu gibi, her şahsın âlemi de merkezi olan o şahsa tâbidir. Gölge ve misal gibi.

Binaenaleyh cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. Çünki kalbin kasavetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.” (Mesnevî-i Nuriye)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*