“Kuşkusuz en etkili ve evrensel silâh kelimedir” (Nuri Pakdil)
Kelimenin tekilliği ile çoğulluğu üretebilme yeteneği vardır. Robert Musil’in, Niteliksiz Adam’ında “Hiçbir sözcük anlamını değiştirmeden iki defa söylenemez.” ifadesi geçiyor. Burada çoğalmanın çeşitlilik, bozulma, gelişme, farklılaşma, yenilenme, tanımlama zorunluluğu gibi pek çok başlığı da ortaya çıkarıyor olsa gerek. Bediüzzaman bunu “ayna” örneği ile anlatıyor:
“Arkadaş! Eşya ve şeyler arasında öyle münasebetler vardır ki; onları âyine gibi yapıyor. Herbirisi, ötekisini gösteriyor. Birisine bakıldığı zaman, ötekisi görünür. Meselâ: Bir parça cam, büyük bir sahrayı gösterdiği gibi, bazan olur ki; bir kelime, uzun ve hayalî bir macerayı sana gösterir. Bir kelime, pek acib bir vukuatı senin gözünün önüne getirir, temessül ettirir. Yahut bir kelâm, zihnini alır, misalî âlem-i misallere kadar götürür, gezdirir.” (İşârâtü’l-İ’caz)
Önce kelime yaratıldı. Emir oradan yaratıldı. Ses oradan yaratıldı. Ruh oradan yaratıldı. İnsan oradan yaratıldı.
Oyun burada kuruldu: “Nareke zırıltısı, tef velvelesiyle tarihten gelen bir belirsizliktir Karagöz oyunu…”
Bize görüp görebileceğimiz zihnin uzayını çizen kâinatın dili olan Matematik bir formüller geçidi değildir. Matematikte fikirler önceliklidir ve fikirler de ancak kelimelerle, edebiyatla ifade edilir.
Tekrar edersek: Kelam ezelîdir. Mekân ve zaman ve kişi muhatap gereği olmadan yaratılabilir. Boşluk, bildiğimiz hava gibi bir âlemdir:
“Hava âyinesinde bir kelime milyonlar kelimat olur. Kudretin şu matbaasında sırr-ı tenasül, kalem-i sun’-u İlahî acib istinsah ediyor.” (Sünuhat)
“Kelimelerin anlamları kelimelerde değil içimizde saklı” diyen Hayakawa haklı olabilir mi?
“Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kâğıda geçirmek istiyorsun; kâğıda yani ebediyete. Zavallı çocuk bilmiyorsun ki ebediyet sümüklü böceğin izleri kadar aldatıcı” iddiasındaydı Cemil Meriç Bu Ülke’sinde. Sonra, buradaki ebediyeti şöhret manasında kullandığını söyleyecekti: “Ebediyet diye bir şey yok yeryüzünde. Burada şöhret sözkonusu. Bütün şöhretler yalandır”. Bediüzzaman da “şöhret-i kâzibe” yalancı olarak tanımlıyordu şöhreti. Çünkü şöhret ölümü unutturup ebediyeti düşünmeye engel oluyordu. İşte kelimeler böyle olmamalıdır. Nereden çıktığı kadar nereye ulaşacağını da kestirebilmeli… O zaman “bütün sözcükler sonsuza giden yollar açar” denebilir.
Sinestezi kavramı, duyuların birlikte algılanması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Sinestezik kişiler; “pencere” kelimesini gördüklerinde et tadı alabiliyorlar ya da bir müzik duyduklarında bunu mavi olarak nitelendirebiliyorlar. Bu kişilerde tüm duyular, beyindeki bağlantılar nedeniyle birbiri ile ilişkili durumdadır. Sinestezik kişiler, rakamları ya da harfleri duyabilir, onları bir renkte görebilir ve herhangi bir rengi bir harf ya da rakamla ilişkilendirebilir. Richard Feynman, kitabında, “bir denkleme baktığımda, -nedenini bilmiyorum ama- harfleri renkli görüyorum, benim için; j’ler açık kahverengi, n’ler mavi-mor arası ve x’ler koyu kahverengi” diyor. Bu ifadesinden, Feynman’ın da sinestezik olduğunu anlayabiliyoruz. Yapılan çalışmalar, sinestezik kişilerin, diğer insanlardan çok daha iyi bir hafızaya sahip olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca sinestezik kişiler daha yüksek bir zihinsel imgeleme gücüne sahiptirler. Bunlara ek olarak diğerlerine göre daha yaratıcı oldukları ve bu nedenle resim, müzik gibi sanat dalları ile daha çok uğraştıkları da görülmüştür. (Synaesthesia: The strangest thing. JE Harrison- 2001)
Bazen varlığın, olayların, hallerin tefsirinde kelimelerin, anlamların ve hatta vurguların sinestezik bir kompleks işlemcileri destekleyebileceğini gösteriyor olabilir. Bunun tartışması “hakikate karşı hayalin bir değeri olamaz” ön kabulüyle işaret edilmesi mümkündür. Kelimeler gibi kavramlar da somut ile soyut ilişkilerinde üretilir.
“Nesnenin kendisi kaybolup sadece özellikleri kaldığında, geriye kalana kavram denir.” – (Ali Nesin, Analiz iv, s. 118.).
Heidegger: “Dil varlığın evidir” demiştir. Bediüzzamana göre İlâhî kelâm Kur’an’ın elfazı elbise değil, deri gibidir, manayla birleşiktir. Bu nedenle farklı kelimeler ile ifade mümkün değildir. Dil konusunda Bediüzzaman o kadar nettir ki, zulmetli münevver dediği zamane kişilerine şu eleştiriyi yapıyor:
“Efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebeb; meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla, “anladım” zannetmek, ve meçhul şeyleri ona irca’ ile, “izah ettim” zannetmektir. Halbuki tarif, ya hadd ya resim ile olur. Yoksa vâzı’ı cahil ve müsemmaya mümas olan vechi muzlim ve göze çarpan vechi şeffaf bir ism-i camid ile olmaz. Manyetizma, telepati, kuvvet-i mıknatısiye gibi…”
(Devam edecek)
İlk yorumu siz yazın