Kelime (2)

Kelimelerin dizimi anlamların dizimine bağlıdır. Bu da, incelikli bir zekâ ve titizlik gerektiren bir çabayı gerektirir. Diplomat dakikliği ve incelikli ruhun tesirini ister. Kabalık kelimelerin zerafetini öldürür manayı kapatır. Bu yüzden “Namahremler nazar eylemesin” diye uyarılır. Kelimeler müşteri beklemez, muhatap kendisi arar bulur. Muhatabın doğru ve samimi olması nisbetinde bir karşılığı bulduğu pek çok yerde test edilmiştir.

Mananın vücudu kelimedir. Kelimenin elbiseleri vardır, zaman, mekân, vasat, suret… Mana ruhtur, kelime mananın vücud-u haricisidir. Hakikat değişmez bir ruhtur, kanun-u İlâhîdir. Kelimelerin üzerinde tasarrufta bulunmak, boyutunu düşürerek tanımlamakla ancak mümkün olabilir; mesela üç boyutlu şeyi iki boyutta ifade edilebilirsen de gerçekleştiremezsin.

Örneğin: Bediüzzaman risalenin kelimelerini olgunlaşmadan aceleyle koparıldığını, tadının ekşiliğinin bundan kaynaklandığını söyleyip “yüzünü ekşitme” diyor muhatabına… Risale metinleri şiirdeki işlenmişlikten azade kaldığı için hakikati geldiği gibi kelimeye sarmıştır. Dolayısıyla zevk ve neşeden önce hakikate bakmalıdır muhatap, yoksa hayal kırıklığı yaşayabilir. Ya da, boyutu düşürüp tanımlamaya kalkmamalı, o zaman hakikatin yüzünü kaybeder.

Metinden izaha değil; izahtan metne..

Bir metnin tek izahı olmadığı gibi yapılan her bir izah da o metnin izahı olmuyor… Çok katmanlı kelime giydirilmiş.

Bir manaya kaç kelime üzerine çalışmış biridir Bediüzzaman. Dolayısıyla kelimelerinde bir manaya karşılık pek çok izahı dağılmış şekilde bir kompleks yapı kurmuştur.

Elbette her bir izah bir mânâ ifade edebilir ancak burada kâmil kelime ile kâmil kelâm peşinde olmak gerekir…

“Üstadımız, kırk sene ömründe, te’lif eylediği seneye nisbetle otuz senelik ilim seyrinde, dört kelime ile dört kelâm tahsil ettiğini ve bu dört kelimenin biri “Mana-yı Harfî”, ikincisi “Mana-yı İsmî”, üçüncüsü “Niyet”, dördüncüsü “Nazar” olduğunu… Dört kelâm ise, biri “Ben kendi kendime mâlik değilim”, ikincisi “El-mevtü hakkun”, üçüncüsü “Rabbî vâhidün”, dördüncüsü “Ene’nin bir nokta-i sevda ve bir vâhid-i kıyasî” olduğunu söylüyor.”

(Mesnevi-i Nuriye)

Mahmut Şukayr, Modern Arap edebiyatından “çok kısa öyküler”in biri Diken’de “kelimeler”le olan ilişkisini anlatıyor:

“Diken

Kelimeler itaat etmeyince bana, bir gün içinde bir ya da iki yıl yaşlanırım.

Reddedince beni kelimeler, bir boşluk duygusu sarar içimi. Tepeden baktığındaysa bana, kendimden utanır, içimi bir coşku sarar. Bir çıkış yolu ararım ama kararsız olurum.

Çileli gönlümde saf bir tadı olan tek bir kelime bulamayınca, uzun gecemi uyurum, gölgesiz ve ritimsiz kelimelerin dikeninden bir yatağın üzerinde. Ve yüzyıl ya da daha fazla bir süredir söz yağmuru görememiş, terk edilmiş bir kuyunun karanlık saçaklarına asılı kalırım.”

Kelimelerle ilişkiler, karşılıklıklar ve sonuçlar ilim ve kültürü üreten süreçlerdir.

“Kelimelerin neye tekabül ettiğini bilmek ilk merhaleyi teşkil eder. Asıl kültür ve ilim, kelimelerin gösterdiği şeyleri ve onlar arasındaki münasebetleri bilmekle başlar.” (Prof. Mehmet Kaplan, d.1915-ö.1986)

İlim ve kültür faaliyetleri, kelimelerle kurulu münasebetlerin başarısına bağlı görülebilir. Nitekim,  Prof. Geoffrey Lewis:

“Osmanlıcanın en billurlaştığı 19. Yüzyıl sonunda kelime hazinesi 120.000’di. Günümüzün standart sözlüklerinde 30-40 bin kelime ya var ya yoktur. Türkçe fukara bir lisan oldu. Kavramlar kelimelerle ifade edilir. Kelimeler azalınca düşünce faaliyeti de zayıflar” (Hürriyet Gazetesi, 4 Mart 1988) derken kurulu evrenin zayıfladığı tespitini kelimeler üzerine yıkıyor. Bunun değerini belirtecek sayısız cümle bulunabilir. Örneğin: “Hissedilen her şeye cümle kurulamıyor.” derken Paulo Coelho; Hz. Mevlana’nın müthiş sözü son noktayı koyabilir:

“Dünyada olabilecek her bir olay için misal âleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız.”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*